YAVUZ GEZER

On Bir Ayın Sultanı – 1

“İnsan fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın… Fırsatlar bekler insanlarda… Kazanan hep mazeret olur.”

                              Argun G.

“Feridun gardaş nasılsın?”

“Eyiyem ağabey, sen nasılsan?”

“Erzurum’a döndün mü?”

“He ağabey döndüm. Bilimisen Ramazan gelmeden ottuz lira olan gedayıf gırğ lira oldi!..”

Bu hafta tüm İslam aleminin kutsal kabul ettiği, hicri takvim ve miladi takvim arasındaki fark nedeniyle her yıl başlangıcı bir önceki yıla göre 10-11 gün daha erken başlayan Ramazan ayının ilk gününe denk gelmesi sebebiyle “Topun Sahabı Benim” yazılarıma ara verdim.

Bu ayın güzelliklerine ve bu güzellikleri çirkinleştirme gayreti içinde olanlara dokunacağım bu haftaki yazımla…

Hoşgörünüze sığınarak…

Ramazan; Hicri takvime göre dokuzuncu ay ve İslam dini inancına göre, peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v) Kur’an ayetlerinin inmeye başladığı, aynı zamanda Müslümanlarca oruç tutulmaya başlandığı aydır.

Ayrıca Bakara Suresi (183-184) ayetlerinde olduğu üzere; ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız –bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.

“Günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalın ayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki ramad mastarından veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” manasındaki ramda kelimesinden türeyen ramazan kameri yılın Şaban’dan sonra, Şevval’den önce gelen dokuzuncu ayın adıdır.

Kaynaklarda Ramazan en fazla kabul gördüğü anlamıyla; bu ay rastladığı mevsim gereği çok sıcak ve yakıcı bir özelliğe sahip olduğu için bu adla anılmıştır.

Ramazan bizim anlayışımıza göre, yardımlaşma, bereket, tövbe ve hoşgörü ayıdır. Onun için biz ona “On bir ayın sultanı” diyoruz gelişini karşılarken… gidişini ise bayramla kutluyoruz sultanımızın…

Ramazan’ın sonu yaklaştıkça en çok sıkıntı çeken, hiç gitmesin istiyor gibidir. Erzurumlu Sabiha tize (teyze) gibi…

“Getmiyeydi getmiyeydi keşke getmiyeydi! Remazan keşke getmiyeydi” haykırışlarını duyan eşi akşam eve dönüşte “Gari sene müjdem var. Deyirdin ya Remazan keşke getmiyeydi… Allah muradın verdi. Bi gün yalnış tutmuşuğ Remazanı hökümet bir ay uzattı. Yeniden tutacayığ…”

“Viiiy Şevket öle bi şey olir mi? Hökümet ne bilir. Ben bi ay tutmuşam… Daha öldürseler, kesseler daha tutacağım yoğ… Hökümeta Sebiha’nın selamını söyle. Daha tutacağım yoğ gusura bağmasınlar”.

Çocukların tuttuğu oruç vardır, tekne orucu dediğimiz.

“Oğul sepetin altında nedisin?”

“Heç bir şey nene”

“Ana çağam sen oruç deel misin?”

“Görmi misin nene orucum da!”

“E çağam sepetin altında ne işin var? Yanağın da şüşük… kör olmıyasan yoğsam bi şey mi yeyisin?”

“Gız nene top patladı da ben tekne orucu tutmim mi, sahat 12 oldu ya!”

Ailemizde bu tür konuşmalar oldu zamanında…

Eminim birçok ailede de olmuştur…

Orucun manevi mükafatlarının (sevap) Ramazan ayında katlanarak arttığına inanılır. Onun için küçük çocuklarımıza bile tekne orucu tuttururdu büyüklerimiz.

Büyüklerinin oruç tutmasına özenen çocuklara sahur heyecanını ve iftar bereketini yaşatmak isteyen aile büyükleri; eski bir Anadolu geleneğinden, günümüze kadar gelen tekne orucunu tuttururlardı.

Henüz orucun farz olmadığı çocuklarının öğlene kadar yemek yemeden oyunumsu bir denemeyle alışma sürecidir tekne orucu…

Aslında, bu orucun adı tekne değil; tenkiye olarak bilinir ve yaşı küçük olanların gün içinde belli bir süre aç kalıp, oruç tutmasıdır ve böylece çocukların kısa da olsa büyüklere benzer şekilde oruç tutabilmeleri için güzel bir vesiledir.

Yardımlaşmadır Ramazan ayı. Herkes mahallesinde yaşayan insanların maddi durumlarını bilir…

Sahur ve iftarda ifrata kaçmaz, durumu iyi olmayan aileler bir bahaneyle iftar sofralarına dahil edilir.

Akşam iftar sofrasında bulunacakların bir kısmı imece usulü maddi yetersizliği olan evlerde hazırlanır ve hazırlananların bir kısmı onlarla paylaşılırdı. Çoğunlukla iftarlar komşularla birlikte yapılır ve birlikte oruçlar açılırdı.

Mevsimine göre hazırlanan sofralarda mutlaka hurma, zeytin, badem şekeri ve çay bulunurdu.

Şerbet ise sofraların vazgeçilmeziydi…

Bugünün israf ve görgüsüzlük abidesi iftar sofraları olmazdı…

Hele fotoğraflamak ve bunu iftihar vesilesi olarak sunmak…

Kokusu gitmiştir, bu sebeple canları çeker diye komşumuza gönderdiklerimiz…

Bir de bu şekilde sonradan görmelerin duyarsız ve de arsız davranışları…

Bu ay yapılan paylaşımlar, fitre ve zekatla mallarımızın bereketleneceği inancı yaygındır Anadolu’da…

Fitre ve zekât bu ay kırmadan, incitmeden sahiplerine ulaştırılırdı bir zarf içerisinde.

Oruç sadece belirli saatler arasında aç ve susuz kalmak değildir. Nefsin, dilin ve gözün de ıslahıdır…

Hoşgörünün en üst düzeyde olması gereken bu ayda; bunu kusursuz uygulayanların yanı sıra, aksi davranışlarda bulunanlar da vardır.

Kendilerince haklılık bahanelerinde.

Tutmik ama tutturikçiler; oruç tutar gibi davranıp, gizlice oruç yiyenler…

Yaygın bir şehir gerçeğidir bunlar.

Bir de dayak yememek için sazcı mısın, tekbirci misin? sorusunu muhatabına sormak zorunda kalanlar…

Aşık Mahsuni’nin sağır ve dilsiz oğlunu dövenlerin ifadesidir bu; çocuğun aynı isimli köylerden sünni itikatına sahip olanında bir Ramazan günü dürüm yiyerek geçtiği gören gençler tarafından dövülerek üç dişi kırılır. Çocuk sağır ve dilsiz olduğunu izah edemez, dayağı yer… Sonradan anlaşılır çocuğun engelli olduğu ve köylülerden biri “Bundan sonra şöyle yap” diyerek işaretle önce eliyle saz çalar gibi yapar, daha sonra da ellerini tekbir getirir gibi baş parmaklarını kulak memesine değdirir.

“Sazcı mısın, tekbirci misin?” diye sor…

“Sazcıysa ye, tekbirciyse yeme” der.

Oysa bizim aile büyüklerimiz buna kayınvalidem de dahil Ramazan ayında evimize gelenlere “Aç mısın” diye sorarlardı…

Eğer oruçlu değillerse sofralarını hazırlar ve hizmette kusur etmezlerdi. Bizlere de “Oruçluyken misafire hizmet etmenin sevabı büyüktür” derlerdi…

Rabbimizin soracağı soruların yer yüzünde biz yaratılmışların sormasındaki haklılığımız nedir çözebilmiş değilim…

“Selam CANLAR”

“Aleykümselam dayı”

“Afiyet şeker olsun eyi misiz”

“He dayı sen nedisin, nere gidisin?”

“Ambele çarşuya doğri”

“Dayı sahan bi soru soram, müsaade var mı?”

“Tabi yeğen sor…”

“Dayı islamın şartı gaç?”

Dayı şapkasını çıkardı, başını kaşıdı, bıyıklarını burdu (dayının pos bıyıkları vardı).

Dedi ki;

“Yegen; bazıları için beş,

Bazıları için üç,

Sizin için heç!”

On Bir Ayın Sultanı – 1

Giriş Yap

Yeni Nesil Medya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin