“Hiçbir şey çalışmadan yağmur gibi gökyüzünden düşmez”
Mutlu bir telaş, aynı zamanda endişe… gelecek olanı bekleyişteki heyecan.
İçeride sancıdan gözlerine kan oturmuş anne adayı, dışarıda koridoru arşınlayan baba.
Voltası kesilmesin; içeriden duyacağı, ciğerlerinden boşalan havanın çığlığa dönüşmesi ile dünyaya gelen CAN’ı beklerken…
Oğlan ya da kız fark etmez, sağlıklı olsun yeter.
Kafasında peş peşe cevaplandırılması gereken sorular, delicesine ve beynini delercesine…
Atlaslara sarılı doğanlar…
Ahır sekisinde donmamak için beze sarılanlar… dünyaya gelişlerindeki eşitlik!!!
Biri diğerinden 400 yıl önce cennete gidecek olmanın mutlu yorgunluğunu yaşayan fakir anne, diğeri ise cenneti kaybetmiş olmanın hüznünün, göz altlarını morarttığı, varlıklı anne… mutsuz
Akan zaman, büyüyen gelişen çocuklar ve onlara ait öyküler…
Başarı hikâye ya da hikayeleri.
Tıp fakültesini kazanan genç çoban, üniversite sınavında dereceye girmiş yoksul çocuklar.
Diğerleri… Öyle bir problem ve endişe taşımayan. Para ve eğitim… sonra sınavlarda eşit yarış!!! eşit sınav programları!
Yurt dışı denklik ve aracılar…
En kodamanından üniversite sahipleri, vekil kontenjanlı…
Çocukları için doktora sınavını tekrarlatma gücüne sahip yandaş bürokratlar, meclis başkanlığı tandanslı.
Sonra eşit iş müracaatları! “hamili kart yakinim” ya da “bizden “ayrıcalıklı”…
Liyakat esas olsa da “işe göre adam” yerine “adama göre iş” günümüz trendi.
Ve mülakatta yenilen haklar, hak ve adalet savunucularınca…
Nihayetinde işe alınacakları tarih için gün sayan, işe girdikten sonra da emekli olacağı gün için çetele tutan ve hayaller kuran, ailesi için çabaladıkça seçtiklerinin kendi hayatını zorlaştırdığının her anına şahit olan, güzel insandır EMEKÇİ;
Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü, uzun, yorucu ve özenli çalışma olan EMEK; bir yerde, bir işte uzun süre, bağlılıkla çalışarak o işe emeği çok geçmiş olan EMEKÇİNİN; çok kullanılmış, çok yıllık eski (nesneler için) emektarlığına verilen değerin anlamsızlaştığı bir DÖNEM.
Beyaz yakalı, mavi yakalı, sendikalı, sendikasız tüm emeklilerin vefaya ihtiyaç duydukları…
Sevgili kardeşim Nihat “Vefa İstanbul’da bir semt adı derler. Aslında birkaç yıl öncesine kadar “vefa “dediklerinde insanların (tanıdık) aklına ben gelirdim” diyerek, vefadan vefasızlığa geçişi kısaca özetledi…
Fakat ben; 2016 yılında 7 kişiyle yönetim kurulu oluşturmuş, milli ve manevi değerlerimize, gelenek ve göreneklerimize, vatan ve bayrak kutsallığına, Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkarak ve bu konularda, ildeki vatandaşlarımızı bilgilendirmek amacıyla faaliyet yürüten, vefayı Ahdde arayan yani “Ahde” sözünde duran, “Vefa” bağlılığı (yukarıda saydığım hususları) Şiar edinmiş bir sivil toplum kuruluşundan (STK) kısaca Ahde Vefa Derneği’nden; Burhanettin ÖZDOĞAN Bey’in başkanlığında Akif ESEN, Turan DİRİBAŞ, Ahmet TÜRKER, Prof. Dr. Sinan ÇALIK, Prof. Dr. Ahmet Feti ÖZER ve Mehmet Yaşar YALÇIN beylerin gayretleri, bilgilendirme toplantıları ve son yolculuklarında vatandaşlarımızın ailelerinin yanında bulunmaları ile vefalarını gösteren bir gönül yapısından bahsetmeden geçmenin, Ahde vefasızlık olacağını düşündüm.
Bu STK aynı zamanda akil insanların sohbet ve toplantılarına ev sahipliği yapan ve çözüm üretebilecek donanıma sahip güzel İnsanların olduğu yerdir.
Emekçi ve emekli arkadaşlarım bilirler ki insanların hepsi kendi rızıklarının peşinden koşar, emek harcayarak çalışırlar bundan kazandıklarını kendilerine ve ailelerine harcayarak yaşarlar.
“Emek vermeden bir şeye ulaşmayı düşünmek hayalperestlikten başka bir şey değildir” (Niyazi F.ESEN) denilse de bizde durum farklı.
Yandaş ve omurgalı! olursan 3-5 maaşlı, el altından (mahalle sorumlularınca büyükçe bölümü kendilerine, accık bölümü) yandaş’a yardımlar…
Kendileri bir dönem vekillikleriyle hak ettikleri emekli maaşları (100.000’in üzerinde) aldıkları halde, ikinci -üçüncü dönem vekilliklerindeki 230.000 TL maaşlarıyla birlikte iki maaşlı vekillerimizin dar gelirli emekliler için döktükleri timsah gözyaşları… Uzun lafın kıssası; camii şadırvanından pet şişeye su doldurup içtikçe şükreden, “devlet yaşasın” ki “kendisi de yaşasın” diye düşünen, kadirşinas, en son ne zaman güldüğünü unutan” YURDUM İNSANIDIR” E MEK Lİ.
Yazımı sonlandırırken şimdiden Türk milletinin Ramazan ayını tebrik ediyorum.