OTOPSİ
Morgda açılınca kafatası,
Doktor beyler beyin gördüler.
İndirince ten kafesine neşteri,
Doktor beyler yürek gördüler.
Yürekte ne gördüler dersiniz?
Yürekte memleket gördüler.
Dünya gördüler, bir de dost gördüler.
Ama bu işte doktor beyler,
Doğrusu geç kaldılar,
Çok geç kaldılar.
Halim ŞEFİK
Bir şehir düşünün; duygu bütünlüğü sağlamış çocuklarının, gençlerinin, büyüklerinin kısaca tüm canlılarının kitaplara konu olacak hikâyeleri…
Her şehrin olduğu gibi Elazığ’ın da kendine özgü ayrıcalıkları vardır. Tarihi, doğası, mimarisi, kültürel zenginliği, insanıyla değerleri, bitki çeşitliliğiyle ayrıcalıkları…
Bu ayrıcalıklı kentimin özellikleri yetmişli ve seksenli yılların başında anlaşılmaz bir şekilde değişime uğradı.
Elazığ’ın 1940-1950’li yıllarına ait değerlendirmelerini, Sevim (ANAGÜR) KOYUNOĞLU hanımefendinin muhteşem araştırma yazısından öğrenebiliriz.
Elazığ’ı Elazığ yapan çevresinin güzelliği ve tarımsal zenginliğine vurgu yapan yüzyılın dünya lideri seçilen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder ATATÜRK’ün 1937 yılı Elazığ seyahatinde, Elazığ’ı çevreleyen verimli ovadan etkilenerek, Elaziz adını “çok verimli yer, feyz ve bereket diyarı anlamına gelen Elazığ adıyla taçlandırmış ve nesillerin aklına ve yüreğine altın harflerle kazımıştı”.
8327 km² kara, 826 km² baraj ve doğal göl olmak üzere toplam 9153 km² yüz ölçüme sahip güzel ELAZIĞ.
Üstat Bedrettin KELEŞTİMUR’un ÇOCUKLUĞUMUZDAKİ ELAZIĞ.
1965-1975 yıllarına ait araştırma yazısını da kılavuz edinerek, bugüne kadar geçen zamanın şehir ve insan üzerindeki etkilerini ve gurbetteki Elazığlının özlemini satırlara dökmek istedim.
Elazığ’ımın 1970’li yılları…
Şahane bir yerleşim planı…
Mimari özellikli evleriyle Nail Bey ve İzzet Paşa mahalleleri
Şehri doğu-batı istikametinde bir boydan diğer boya ayıran caddeler ve bunlarla birleşen sokaklar… Bir nehre ulaşan kolları andıran iple çekilmiş gibiydiler.
Sokaklar… Bir başından baktığınızda öte başını gördüğünüz sokaklar.
İki katlı cumbalı evler veya arka kapıları bahçeye açılan tek katlı çatısız dam evler.
Cumbalı evlerin kapıları sokağa değil, avluya açılırdı. Cumbaların ön pencerelerinden sokak, yan pencerelerinden komşu sohbetleri yapılırdı.
Avlularda “küçük fıskiyeli havuzlar ve çiçeklikler…”
Tek katlı kerpiç evlerin önünde ise ceviz, dut ve akasya ağaçları…
Bu evlerin çoğunda su şebekesi dahi yoktu. Telefon hatları ise henüz çekilmemişti.
Tuvaletler evin dışında bahçe içerisindeydi, hatta bazı evlerin banyoları da…
Ama ayağımız toprağa basıyordu, onun için insanlarımız sakin ve huzurluydular.
Mahallede hemen hemen herkes birbirlerini tanır, selam muhabbet ve yardımlaşma eksik olmazdı…
Sokaklar kâh oyun, kâh spor alanıdır…
Birçok sporcu bu sokaklardan yetişmiştir.
Çok geniş arsalar ve bu arsalarda her yaş grubundan futbol takımlarının maçları…
Ayrıca okul bahçeleri de sporcu membaıdır.
Bunlara bugünkü üniversitenin bulunduğu yerdeki mahalli at yarışlarının yapıldığı tribünsüz hipodrom alanını da dahil edebiliriz.
1960-1970 yılları arasında Türkiye’de ilk on şehir kategorisinde yer alan ilimiz metropoliten bir şehirdir.
Elazığ’da STK’lar ve basın oldukça etkilidir bu tarihlerde…
Elazığ’ın güçlü kalemleri vardır…
O yıllarda mahalli gazeteler ve dergiler.
Elazığ Gazetesi-Son Söz-Sesimiz-Turan Gazetesi-Ulu Ova- Nurhak Gazetesi ve Yeni Fırat Dergisi…
1967 yılında kurulan “Yüksek Teknik Okulu”, 1969 yılında DMMA’ya dönüşecektir.
Elazığ’ın merkezinde okul sayısı az olmasına rağmen “Nitelikli bir eğitim” vardır ve eğitimde önemli başarılara imza atılır.
1966 yılında Keban Barajı’nın temeli atılacaktır.
Bu Elazığ’da büyük bir değişimin başlangıcı olacaktır…
Cumhuriyet Dönemi’nden itibaren hizmet + sanayi fonksiyonu ağırlığını sürdüren Elazığ, 1974 yılında yapımı tamamlanan Keban Barajı nedeniyle hizmet + tarım fonksiyonu ağırlık kazanmış ise de sonraki yıllarda bu durum değişerek, hizmet + sanayi fonksiyonu ağırlığını devam ettirmiştir.
Su altında kalan köylerden kente başlayan göç yeni yerleşim alanlarına ihtiyaç doğurmuş ve yüksek katlı betonarme binaların yapımını başlatmıştır.
Buna kamu kurumlarının da personelini ev sahibi edindirme çabaları nedeniyle kooperatif evleri yapımını başlatması eklenince yukarıda saydığımız arsalar, yeşil alanlar hızla azalmış ve betonlaşma;
Çocukluğumuzda çok güçlü olan “komşuluk bağları” …
“Akşam komşu ziyaretleri” …
“Sohbet kültürü” …
“Bilge ninelerimizin hikâyeleri ve el sanatları öğretileri” …
İle “Hoşgörü kültürümüzü” de yavaş yavaş yok etmiştir.
Gazi Caddesi’ndeki tarihi Beşkardeşler Konağı’nın inceden inceye yok edilişine sessizliğimiz gibi…
1970’li yıllar sonrası siyasi çatışmalar ve cinayetlerden de nasibini alan Elazığ, ağırlıklı olarak muhafazakâr bir yapıya dönüşmüş, bu durum kronikleşmiş ve değişime kapalı hale gelmiştir.
Elazığ (Harput) tarihi incelendiğinde çok sayıda mescit, köklü camiler olduğu gibi Sara Hatun ve Kurşunlu medreseleri vardır. Elazığ’da külliye kültürü yoktur. Harput’a külliye yapımı için onay veren (siyasi bir söylemin tarafgirliği için) makamların Harput’un tarihi yapısına, mimarisine, kültürel dokusuna uygun olmayan Diyanet Külliyesi yeri için neden Harput seçilmiştir!
Elazığ, maalesef kendi zenginlikleri ve kazanımları için dini istismar eden siyaset sisteminin ahtapot kollarına teslim olmuş durumdadır.
2020 depremi sonrası yıkım kararı bulunmayan Anadolu liselerinin yıkıldığı VE;
“Öğretmenler; yeni nesil Cumhuriyet’in fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyen ulu önder ATATÜRK’ün, gasp edilen tarihi öğretmenevine dönük yüzünü, kaide üzerinde yönünü değiştirerek belediye otobüs durağına çevirme gayretinizi de bir Elazığlı olarak alkışlıyorum!!!
Tıpkı stattaki ATATÜRK ismini kaldırmanızı alkışladığım gibi…
Çevre ve şehircilik planlamanızda muhteşem başarıya imza atmış tüm arkadaşları kutluyorum. Beton çiçekler ve peyzajlarından dolayı.
Kentin dokusu ve kaybolan kokusu depreştirdi hasretimi…
Ve DEDİM Kİ; GURBETTE ELAZIĞLI OLMAK…
Hasretini ilmek ilmek dokumaktır, Bakırcılar Çarşısı’nda Hasan amcanın çekiç vuruşundaki ahenkli seste…
Şapkacılar Çarşısı’ndaki Abdullah amcanın iğnesindeki iplik…
Sekiz köşeli şapkanın her köşesine nakşedilen.
Evinin müstesna yerine asılan karlar içinde resmedilmiş Harput Kalesi’nin her taşında..Harput Kalesi’nin her taşında…
Gökyüzünün efsanevi kuşu Hüma’nın kanatlarında…
Şamdanlardaki mumun titreyen alevinde…
Alâmet bir sevdada…
Yârin gamzesi deler yüreğini, gamzedeye dönüşürsün…
Enver’in, Hasan’ın, Zülfü’nün, Çilesiz Adnan’ın büyülü seslerinde…
Son demde ninniye muhtaç bir balanın özleminde yanarsın…
Bir demet kırmızı gülde…
Fatih’in kilimindeki renklerin aşkısındır…
Kandiller yanan yüksek bir minarenin şavkına konan bülbülsündür…
Fırat, Murat ve Dicle’ye hasret suyunda balık olsan da…
Hazar Gölü’nün anaforunda dönüp duran…
Aklına geldiğinde hasret seni kor gibi yakar…
Yığıkinin bahçalarında penceredeki yârin elindeki teftesindir…
Hazar’ın baba duruşunda,
Dumanı gelin süsü gibi başında taç Mastar Dağı’sındır.
Kederin sardığı derelerde, gecenin karanlığında,
Derdin elvan elvandır…
Seni yaralayan her gün bir derdine bin dert koyar…
Kalmamıştır takatin GAKGO takatin kalmamıştır,
Elazığ’a hasret…
BÜKÜK BELİNLE.