“Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi?’”
M.Akif ERSOY
Bu dizeler ile başlama sebebim bir hatırlatmaya neden olmaktı, 19. yüzyıl hatta 1920 yılına kadar Osmanlı’da milletin yönetime, iradesini yansıtma şansı yoktu hatta kişilik haklarını ortaya koyma iradesini bile sahiplenemedi.
Zaman zaman yasama ve yürütmenin tam olarak ayrılışına bile tanık olamadı. Yasalar ya zirve yönetiminden yada dışarıdan cemaatler tarafından telkin edildi meclislerde bunu yerine getirmeye çalıştı. 19. yüzyılda böylece denetimsiz bir devlet yapısı oluştu ve yenilenme hamleleri kontrolden çıktı. Millet hiçbir zaman milli idareye katkıda bulunmadı, bulunamadı.
Milletin milli iradeye sahip çıkması katkıda bulunması ne demek; yönetimi ve yasama organlarını hür iradeleri ile belirlemek, onları denetlemek, uyarmak ve zorunlu hale gelince değiştirmesine imkân sağlamak bu gücün gerektirdiği yasal düzenlemeleri kurumsallaştırmak (teşkilatlanmak, parti kurmak) demektir.
Genç Türk Devleti tavandan değil tabandan oluştu. Bu devleti halk kurmak istedi ve oluşuma her şeyi ile katıldı. Köylerde, kasabalarda, vilayetlerde millet kongreler yaptı, temsilcilerini hür iradeleri ile seçti. Bu temsilciler katıldıkları genel kongrelerde milletin istek ve düşüncelerini dile getirdi. Temsilciler kendini milletin üzerinde bir konuma taşımadı, Milletin bir ferdi olarak Milletine saygı ile tam bir vekil gibi emanete sadakat ile davrandı bu noktadan hareket ederek Devleti yönetecek iradeyi seçti yani Devleti Millet kurdu, Millet yönetmeye başladı. Milli iradeye sahip çıkmak buydu.
İşte bu maksatla şüphesiz ki siyaset özgürlük ve insan kazanma sanatıdır, Siyaset dünü, bugünü iyi anlamak bununla beraber geleceği tasarlamak olmalıdır, siyasetçi ülkenin geleceğinde önemli bir figür olacağından yola çıkarken kendini tanıtmak, karşısındakini tanımak, ama ülkenin geçmişini iyi analiz ederek atiye tasarımlarını hazırlamalı çabaları ve samimiyeti ile dürüstçe bir profil çizmelidir, aslında siyasettin kalbi doğruluktur. Devlet ve Millet sevdasıdır.
Bir siyasetçi Türk Devletinin ve onun kadim milletinin çıkarlarından çok kendi çıkarlarını düşünmemelidir.
Şimdi sizlerin bu şartlar içerisinde kaç siyasetçi tanıyorsunuz diye sorduğunuzu hissediyorum, işte bu noktada yukarıda siyaseti yönetmek isteyenlerin yanında, ülkeyi yönetmeye talipleri seçecek olanlara da yukarıda siyasetçi için yazdıklarımı hesaba katarak karar vermek düşüyor
Yazdıklarıma samimiyetle maddi ve manevi gücünü sarf ederek, ülke sevdası ile bu milletin geleceği için yola çıkanları, emek verenleri konunun dışında tutarak onlara saygılarımı arz ederek devam ediyorum.
Seçim startının bitiş çizgisine birkaç soluk kaldığı bu günlerde neler oluyor bir bakalım. Siyasette fikir ve hizmet üretiminin bittiği, yalan, dolan, iftira. Fikirler yerine maddi gücün omuzlarına takacağı apolet için yarıştığı bir seçim dönemini hayret ve ibretle izliyorum.
Öyle ki 14 Mayıstan sonra diğer tarafın bu ülkede yaşamayacağı, bu insanların bir daha yüz yüze gelmeyecekleri gibi seviyesiz bir çekişme var, bir oy için her şey mübah mantığı ile paralel seçim yapısından tutun, darbe uyarılarına, hamasi maddi vaatlerden, olması mümkünsüz vaatlere kadar her şey var.
Sayın siyasetçiler farkındaysanız vatandaşın seçim coşkusu yok, elbette mitingler toplantılar yoğun geçiyor geçmelide. Millet kim gelirse gelsin bu ülkenin insanları (Ülke olarak) ödenecek faturayı düşünüyor. Ancak sizin kullandığınız dil ne olursa olsun Marjinal guruplar ve körü körüne biat edenler hariç bu Millet olgunlukla karar verecektir.
Böylece en büyük sorumluluk Devletin gerçek sahibi olan Millet olarak bizlere düşüyor, bunun için geçmişi iyi okumak gerekli dersleri çıkarmak, geleceği çizebilmek için şuurlu hareket etmektir, bunun içinde ölçek bilgi, birikim ve tecrübelerle hareket etmek dünü unutmamak gerekiyor. Elbette hüküm Allah’ındır, O sizin gayretlerinize göre hüküm verir. Ayeti Celile’de belirttiği gibi ‘’ Neye layıksanız onunla yönetilirsiniz.’’