Bazen bir cümle, bazen bir entelektüelin sözü adeta bir devri anlatmaya yetiyor. Büyük ITRİ olmasaydı acaba Muhteşem Kanuni’nin Mohaç’da bir mezarda niçin sabahladığını anlayabilir miydik? Mohaç Meydan Muharebesi 1526 yılının 29 Ağustos’unda topu topu iki saat sürmüş bir savaş. Ama savaşın izleri yaşıyor Macaristan’da. Kanuni kibrini yenmek için mezarda sabahlıyor. Savaştan sonra GÜL BABA Budin’de kalmıştı ve oraya gömülmüştü. O gömüldüğü tepenin ismi hala GÜL TEPESİ.
Kanuni Süleyman’ın babası Yavuz Selim’e “Padişah olmak bir kuru kavga / Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş” mısralarını söyleten inancı iyi anlamak gerekir. Yoksa alemin bir yaratıcısı ve yöneteni var olduğu gibi, ülkelerin de birer yöneteni olmalıdır.
Batı’dan yeni bir tarih anlayışı perspektifi getiren Yahya Kemal’e sormuşlar; ”Viyana’ya nasıl gittik?” diye, üstad şairane bir cevap vermişti; “Mesnevi okuyarak ve bulgur aşı yiyerek.” Yaman Dede de Mesnevi okuyarak Müslüman olmamış mıydı? Bulgur aşı bulamadığı zaman, “tirit” yiyerek almışlardı Girit’i atalarımız.
Dünyaya söyleyecek sözü olanların, o sözleri söylenecek kaliteye çıkarmaları gerekir. Bu cümleye bağlı olarak “kemalattan nasıl binlerce enfes teferruat doğuyorsa, şahane teferruatdan da kemalat husule gelir” dersek yanlış mı olur acaba? Edirne’de Selimiye, İstanbul’da Süleymaniye, Harput’ta Sara Hatun ve Ulu Cami, Divriği’de Ulu Cami ve Daruşşifası dünyaya taştan yazılmış birer şiirdir demek niçin mübalağa olsun? Öyle olmasaydılar bunca zaman ayakta kalabilirler miydi? Sanat; bir sevdanın bir cisme dökülmüş kalıbı değil midir? Yoksa ölümün elinden hikmeti nasıl kurtarırdı sanatkârlar.
Erbabı güzel söylemiş; “Bizdeki çini ve ebru sanatı olmasaydı, lale bu kadar üne kavuşabilir miydi?” Bu sanatların ardından Allah’a laleyi, onun resulüne gülü sembol yapmışız. Bu anlayış Lafza-i celal’i sancağına hilal yapmış. Hilal, lale ve gül bunun için çok önemsenmiş. Fatih ömrü boyunca hep gül koklamıştır.
Demek ki büyük devlet adamlarını yaşadıkları dönemin ardından yaşatan ve hatırlatan şey; büyük söz ustaları ile edipler ve nasirlerdir. Elbette edip ve nasirlerle alim ve arifleri tarihe mal edenler de genellikle hükemadır. Akşemseddin’i yaşatan iksir Fatih Sultan Mehmet’tir demek uygun olmaz mı? İstanbul’u ikinci Mehmet’e, Çaldıran’ı Yavuz Selime sevdiren şey hilal, lale ve gül muhabbetidir. Yalnız başına fütuhat, olayı açıklamaya yetmez.
Meraklısına hatırlatalım; Osmanlı siyasette merkeziyetçi, kültür ve sanatta ademi merkeziyetçidir. Bunun için Osmanlının doğuya yayılmasının amacı Suriye, Mısır, Mekke ve Medine’yi alıp Hilafeti üstlenerek hem meşruiyetini pekiştirmek hem de kutsal mekânların korunmasıydı kuşkusuz. Ama bugün iyice anlaşılmıştır ki; Yavuz olmasaydı Batı, Hazreti Peygamber’in kabrini Batı’ya kaçırma amacından vazgeçmeyecek. Nureddin Zengi’yi nasıl unutabiliriz? Diyebiliriz ki, antenleri en küçük sesleri dahi almaya en hassas kulak Yavuz’dadır. Sekiz yılda neler başarmış neler? Yavuz yalnız siyaset penceresinden görülemeyecek kadar ihtişamlı bir portredir. Yavuz, Batı’nın çirkin emellerini gerçekleştirmek için Safevilerle işbirliği yaptığını daha Trabzon Valisi olduğu zaman fark etmişti. Hatta Portekiz elçisi Miguel Ferriera, Şah İsmail’in kendisine Osmanlı Sultanının ve Kâbe’nin imhasını teklif ettiğini yazıyor. Doğru mu değil mi bilemiyoruz ama Şah İsmail’in, Batı’da İslam dünyasını çökertecek bir “Hrıstiyan Kral” olarak imajının olduğu biliniyor. Zaten Yavuz kendisinin rüyada Mukaddes Topraklara davet edildiğini anlatıyor.
Örtülü bir dünya savaşı mı yaşıyoruz acaba? Bu örtülü savaşın şalıdır terör örgütleri. Bir adım daha atalım isterseniz; hem AB ülkeleri, hem de ABD ve Rusya aslında birbirleriyle savaşıyorlar. Ancak bu savaşlarını ya terör örgütleri üzerinden, ya da bazı devletler eliyle yürütüyorlar. Son örnek Ukrayna savaşı.
Nereden nereye geldik. Son sözü Alvarlı Efe Hazretlerine bırakalım: “Bela-yı girdabın devrini bir gör / Bu devr-i alemin katresi değil / Haccac-ı zalimin cevrini bir gör / Bu günkü bu zulmün zerresi değil.”