MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

VAH Kİ VAH

(DÜNDEN BU GÜNE NOSTALJİK BİR GEZİ)

Bir süre önce kaleme aldığım bir yazımda dünle bugünü, dünkü yaşantımızla bugünkü yaşantımızı mukayese etmeye çalışmıştım bazı okurlarım benden bu yazının devamını yazmamı rica ettiler.

Onların bu ricası benim için bir emirdi. Emirlerine ‘Başım üstüne’ dedim ve bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

*

Buyurun eski günlere yaptığımız yolculuğu birlikte yapalım.

Eylül 1950 yılında kayıt olduğum Atatürk ilkokuluna ayağımda Ankara lastiği üzerimde kara bir önlükle devam ediyordum. Devlet Su İşlerinde memur olan Cennetmekân ağabeyim Nailbey Mahallesi Tuncay Sokak’ta bir oda, bir mutfaktan ibaret bir ev kiralamıştı. Bu evde ağabeyim ve yine rahmetli olan yengemle birlikte kalıyordum. Onlar yeni evli oldukları için çocukları yoktu. Soğuk kış gecelerinde beni aralarına alır üçümüz bir yatakta yatardık.

*

Oturduğumuz ev iki katlı olup tek bir giriş kapısı vardı. Alt katta ev sahibi ikinci katta biz oturuyorduk. İkinci kata çıkmak için tahta bir merdiven vardı ev bir oda bir mutfaktan ibaretti.

Evde elektrik ve su yoktu.

Gaz lambası ile aydınlanır suyumuzu köşe başındaki çeşmeden taşırdık.

Okulum Atatürk Okuluna gidiş gelişlerde ya Müfettişlik caddesindeki (Emek Taksi) köprüyü kullanacaktım yâda Atatürk okulun önündeki kocaman dereyi inip çıkacaktım. Söz konusu o kocaman dere Şehit İlhanlar caddesinden gelir Yeşildere üzerinden İstasyon caddesini kat ederek istasyon altında ki bir dereye dökülürdü. Bu dere Elazığ’ı bir hat gibi doğu ve batı olmak üzere adeta ikiye bölerdi. Bu dere üzerinde Müfettişlik caddesinde adını buradan alan Köprü Sokak’ta şimdiki İstanbul dershanesinin önünde olmak üzere tahtadan yapılmış üç köprü bulunurdu. Başka yerlerde geçit yoktu. Bu dere kış aylarında oldukça gür akar yaz aylarında adeta kururdu. Biz okula giderken tahtadan yapılmış çantalarımıza biner kendimizi dereden aşağı salar aşağıya gidene kadar çantadan eser kalmazdı.

*

Atatürk ilkokulunun kocaman bir bahçesi vardı.

O zamanlar bu bahçe içerisinde yer alan Devlet Korosu, İl Halk Kütüphanesi ve Atatürk ilkokulu Ana Okulu yer almamıştı.

Şehirde Gölcük, Saray ve Aile sineması olmak üzere üç sinema vardı.

Ve yine şehrimizde

Devlet ve Akliye Hastanesi olmak üzere iki tane de hastanemiz vardı.

Şimdiki Mustafa Kemal Orta Okulu o zaman öğlenden önce ortaokul öğlenden sonrada lise olarak hizmet verirdi.

Yanı başındaki erkek sanat enstitüsü her sene onlarca sanatkâr yetiştirirdi.

Fabrikalarımız vardı bacası tüten binlerce kişiyi aş ve iş sahibi yapan fabrikalarımız.

*

İzzetpaşa Camii küçücük tek katlı kerpiçten yapılmış bir cami idi.

Yanı başında yıldız parkı vardı.

Akşamları memur ve bürokrat taifesi burada çayını kahvesini içer nargilesini tüttürür tavla maçı yaparlardı.

Hükümet konağı şehrin er görkemli yapılarından birisiydi. Kocaman bahçesinde on kuruş verir Teksas, Tommiks kitaplarını okurduk.

*

Öğretmenevi önünde ki parkın üst tarafında bir elektrik fabrikası vardı. Akşamları homurdana homurdana çalışır voltaj düşüklüğü nedeniyle bir odada elektrik yandığında öteki odada akım düşerdi.

Şehirde topu topu on adet taksi ya vardı ya yoktu.

Ulaşım faytonlarla yapılırdı. Mahallenin çocukları paytona asılır öteki çocuklar “Faytoncu arkaya bir kamçı” diyerek arkadaşlarını ihbar ederlerdi.

Faytoncunun kırbacını tatmayan çocuk yok gibiydi.

*

Evlerimiz tek katlı veya iki katlıydı. Kapılarında şimdiki gibi demir kapılar yoktu bir ip bağlanmıştı dışarıdan o ipi çektiğinizde kapı açılırdı.

Pek çok evlerde su kuyuları vardı.

Beşkardeşlerde aynı ebat ve yükseklikte yan yana beş bina vardı. Bu binaların yıkılması hala içimde bir sızı olarak yerini koruyor.

*

Tabi bakkal Hacılarımız, bakkal Mustafa amcalarımız mahallenin belirli bir adresi gibiydiler. Bu bakkallarda herkesin veresiye defterlerinde isimleri vardı.

Şaziye ablalarımız, Şükran ablalarımız, Türkan ablalarımız vardı. Onlar bütün çocukların analarıydı.

Mahallede “Sen ben” yoktu. “Biz siz” vardı.

Küçükler büyüklerine saygılı, büyükler küçüklerine bir ana baba şefkatiyle yaklaşırlardı.

Hayatı olduğu gibi birlikte paylaşırdık. Acılarımız aynı sevinicilerimiz aynıydı. Mahallede bir kişi vefat ettiğinden üç gün hiçi kimse şarkı türkü dinlemez sinemaya bile gitmezlerdi, Paylaşırlardı komşularının acılarını.

Şehrin sakosu omuzlarında yüksek topuklu ellerinde kehribar tespihleri pala bıyıklı kabadayıları vardı ama bu kabadayılar kimsenin ırzına, namusuna, malına, mülküne yan gözle bakmaz yan gözle bakanları da iyice benzetirlerdi.

Vatandaş evinde korkusuz yatardı. Kapılarını pencerelerini kapatmazlardı.

Hırsızlık yok denecek kadar azdı.

Terör lafını kimseler bilmezdi.

Apocusu yoktu, Fetocusu yoktu, hırsızı, namussuzu yoktu, haini yoktu.

Sinemalarımızda Meçhul Kahramanlar, Dağları Bekleyen Kız, Düşman Yolları Kesti, Ya İstiklal Ya Ölüm gibi toplumun kanını coşturan vatan sevgisini ön plana çıkartan filmlerimiz vardı. Biz bu filmleri izlediğimizde ellerimiz kızarıncaya kadar alkışlar içimizdeki vatan aşkını ön plana çıkartırdık.

*

Bir komşuda pişen yemek mutlaka birkaç komşuya gönderilirdi.

Kazanlarla kavurmalar yapılır o kavurmanın kokusu sokaklar ötesine giderdi.

Evlerimizde buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinası yoktu ama tel dolaplarımız, topraktan yapılmış testilerimiz vardı.

Hayır, vardı, bereket vardı,

Komşuluk vardı,

Güven, dostluk ve sadakat vardı.

En önemlisi insanlık vardı.

Şimdi bunların hiç birisi yok.

Kendimiz pişirip kendimiz yiyiyoruz.

Komşumuzun hiçbir derdi ile ilgilenmiyor acılarını paylaşamıyoruz.

Yanı başımızdaki komşularımızı bile tanımıyoruz.

Vah ki vah değil mi sevgili okurlarım…

Vah ki vah…

Yazımız biraz uzunca oldu ama şehrin ancak birkaç bölümünü gezebildik.

Gezmeye devam edeceğiz inşallah.

Selam olsun gönlünde Elazığ sevgisi, vatan ve bayrak sevgisi, insan sevgisi, Atatürk ve cumhuriyet sevgisi olanlara selam olsun.

*///*

VAH Kİ VAH

Giriş Yap

Yeni Nesil Medya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin