Halk arasında anonim bir söz vardır, kulaktan kulağa gider.
Denilir ki…
“Her Müslüman’ın Kâbe’yi,
Her Türk evladının da Çanakkale’yi görmesi gerekir”
Çok doğru ve yerinde bir söz…
Bizde Çanakkale Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Mustafa Berçin kardeşimin daveti üzerine yola çıktık.
Çanakkale’ye olan sevdamızdan, orada vatanı için şahadet şerbetini içen şühedalarımıza olan saygımızdan olacak ki bir çocuk gibi sevinçli ve heyecanlıydık.
Çanakkale benim hayatımda gördüğüm en tatlı rüyaydı.
Anlatılması, ifade edilmesi mümkün olmayan bir rüya…
*
Yol arkadaşım R. Mithat Yılmaz’la indiğimiz İstanbul Atatürk hava limanında bizi yeğenim Ahmet karşıladı. Üç gün İstanbul’da kaldık. Oradaki yakınlarımızı dostlarımızı, tarihi yerleri ziyaret ettik.
Eminönü’nde balık ekmek yedik. Hatıralarımızı yeniledik.
Dördüncü gün İstanbul’da ikamet eden Eğitimci-Şair ve Yazar kardeşim Dursun Elmas’ı da alarak yeniden düştük yollara.
Marmara Denizinin o muhteşem Avrupa yakasını o muhteşem güzelliğini seyrede ede doyumsuz bir yolculuktan sonra vardık şehitler yurdu Çanakkale’ye…
Tekirdağ sahilini boydan boya arşınlarken “Acaba yeryüzünün cenneti burası mı?” diye kendi kendimize sorular sorduk.
Çanakkale’de araba vapurundan indiğimizde bizi karşılayan Muammer Bulut dostumuzun aracıyla Akademi Erkek Öğrenci Yurduna gittik. Akademi Erkek Öğrenci Yurdu Boğazkent Mahallesi Atatürk Caddesi üzerinde 5–6 katlı özel bir eğitim kurumu. Burasını Çanakkale Şairler ve yazarlar Derneği Başkanı Mustafa Berçin kardeşimiz işletiyor. Sayın Berçin çok yönlü ve dop dolu bir insan… Gittiği her yere güzellikler götürüyor, yaptığı her işi de güzel yapıyor.
MERHABA ÇANAKKALE
O gün Çanakkale’de ilk günümüz. Kalacağımız yere yerleştikten sonra Mustafa Berçin’in bizlere tahsis ettiği bir araba ile Çanakkale’yi gezdik. Çanakkale’nin tertemiz caddelerini, cana can katan sahilini gezdik. Yorulduğumuzda sahilde birer bardak çay içtik martıların kanat çırpmalarını seyrettik.
Tarihin derinliklerine daldık.
Daha sonra ÇİMENLİK KALESİ ile avlusundaki topları, mayınları, makineli tüfekleri büyük bir hayranlıkla ve de şaşkınlıkla inceledik.
Tüylerimizi diken diken eden NUSRAT MAYIN GEMİSİNİ gezdik.
Nusrat Mayın Gemisi bu savaşta büyük kahramanlıklar sergilemiş düşmanın Bouvet, HMS Irresistible ve HMS Ocean zırhlılarını döşediği mayınlarla sulara gömmüştü.
Şimdi kendi kendimizi sormak gerek
“Ya bu düşman gemileri sulara gömülmeseydi, ya Çanakkale geçilseydi?”
Düşünmesi bile insanı ürpertmeye yetiyor
Bu muhteşem görüntüye hayran kalmamak, duygulanmamak mümkün değildi. Bir mayın gemisinin bir ülkenin makûs talihini nasıl değiştirdiğini gözlerimiz yaşararak dinledik. Bu geminin o karanlık savaşta karanlıkları yırtan hizmetlerini öğrendik, Denize döktüğü mayınları gördük.
Nefesimiz kesilircesine DENİZ MÜZESİ’Nİ gezdik. Sayfa sayfa satır satır bu savaşın tarihini okuduk.
Tarihin ve savaşın bütün izleri burada saklı gibiydi.
O günlere adeta şahitlik ettik.
AYNALI ÇARŞI
Şehir turumuz devam ediyordu.
Mihmandarımız bizleri türkülere konu olan AYNALI ÇARŞI ’ya götürdü. Kapıdan içeri girer girmez Sözlerini İhsan Ozanoğlu’nun yazdığı, Muzaffer Sarısözen’in bestelediği “Çanakkale İçinde Aynalı çarşı // Ana ben gidiyom düşmana karşı” türküsünü gayri ihtiyari mırıldanmaya başladık. Bu duygular içerisinde girdik Aynalı Çarşı’ya…
Çanakkale İçinde Aynalı Çarsı,
Ana Ben Gidiyom Düşmana Karsı.
Of Gençliğim Eyvah.
Hüzün dolu bir ortamda bu çarşıyı gezdik. Bu çarşının özelliği her iki
Taraftaki bütün dükkânların kapılarının üzerine şehitlerimizin mübarek kanları ile renklendirilen aynı ebattaki tertemiz şanlı bayrağımızı asmalarıydı. Bu özellik Çanakkale Ruhunu canlı tutmaya yetiyordu.
Bir kere daha anladık ki Çanakkale görülmesi, gezilmesi, bilinmesi gereken bir yer.
Çanakkale Türk tarihinin yeniden yazıldığı, Mehmetçiğin destanlar yazdığı bir yer…
Buraları her karış toprağında bir şehidin mübarek kanının döküldüğü mübarek mekânlar.
Çanakkale bir destan,
Çanakkale Türk’ün yeniden var oluşunun destanı…
Bütün bu destanların kanla, canla yazıldığı bir yer.
Vatanımızın, arımızın, namusumuzun, kurtarıldığı, bayrağımızın dalgalandırıldığı kutsal yerler.
Çanakkale ruhu bir milletin yeniden dirilişidir,
Çanakkale ruhu arın, namusun ve vatanın kurtuluşu bayrağın göndere dikilişidir,
Çanakkale ruhu sevdadır, sevgidir, hürriyettir.
Çanakkale ruhu millet olmanın özelliği ve güzelliğidir.
Bu ruhun, bu güzelliğin, bu sevginin diri ve duru tutulması gerekir.
Çanakkale’de, bu mübarek beldede ikinci günümüz.
Bir mübarek Cuma günü…
Ve üzerine basmaya kıyamadığımız bir mübarek toprak,
250 bin şühedanın şahadet şerbetini içtiği şehitler yatağı…
Kurban olayım ben o cennet yörenin her karış toprağına…
*
O akşam konakladığımız yerde bizleri ziyaret eden değerli dostlarımız vardı. Bunlardan biriside Mim İnşaat sahibi Mim Kemal Ertuğrul’du. Sayın Ertuğrul en az bizler kadar Çanakkale sevdalısıydı. Sabah 08’de bizleri alacağını söyledi.
Sabahı iple çektik.
Ertesi sabah saat 09…
Bindiğimiz araba merak ettiğimiz yönlere doğru hareket ediyor…
Kaptan köşkünde iş adamı ve şair değerli dost Mim. Kemal Ertuğrul var.
“Ya Bismillah” deyip yola çıkıyoruz.
125 Km’lik bir yolculuktan sonra ASSOS Antik Kent’e gelebiliyoruz.
Sayın Ertuğrul burasının yurdumuzun en son batı noktası olduğunu söylüyor. Assos harabelerini gezdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yolumuzun üzerindeki Aleksandır Truva denilen yere geliyoruz. Oradan hareketle İNTEPE’de rüzgâr tribünlerini seyretmekten kendimizi alamıyoruz.
TURGUT REİS BATARYASI
Turgut Reis bataryasını gördüğümüzde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar büyük ve ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı oluğuna bir kez daha şahit oluyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk Turgut Reis Bataryasını 2. Dünya harbine girmemiz halinde savunmamız için Almanya’dan satın alıyor. Denizi gören iki önemli noktada bunları konuşlandırıyor. Ancak akıl dolu siyasi girişimleriyle pek çok savaşlardan yılgın ve bitik çıkan bu yorgun milleti savaşa sokmama başarısını gösteriyor ve bu toplar bütün azametiyle hala orada Çanakkale boğazını seyrediyor.
Topların makine dairesinin bulunduğu ana mahzene iniyoruz bu toplarla ilgili bilgiler alıyor, resimler çektiriyor merakımızı gidermeye çalışıyoruz.
HASAN MEVSUF ŞEHİTLİĞİ
Dardanos’ta bulunan Hasan Mevsuf Şehitliğini gözyaşlarıyla inceliyor, Çanakkale’nin nasıl geçilmez kılındığını net bir şekilde burada görebiliyoruz.
İsterseniz Hasan Mevsuf Şehitliği hakkında biraz bilgi edinelim.
Düşman donanması boğaza girdiğinde denizdeki yüzer kalelerden ardı ardına dört bin mermisi patlıyor.
Koca bir top mermisi havayı yararak ve geçtiği yerde ıslık çalarak santral merkezini vuruyor. Gün boyu düşen binlerce hain mermiden bir farkı yoktu. Ancak o korkunç patlama tam da subayların ve telefoncu erlerin olduğu yerde meydana gelmişti.
Buraya dikkat ediniz lütfen.
Güllelerin düştüğü yerde havaya kalkan toprak açılıp dağıldıktan sonra yere indiğinde, şehitlerin üzerini de örtüyor…
Ayaklarımız titreyerek devam ediyor yolculuğumuz.
Bu kez TRUVA ATININ olduğu yerdeyiz.
Truva atının içerisine girip resimler çektiriyoruz…
ABDESTİNİZ VAR MI?
Tabya, tabya siper, siper gezinirken koyunlarını otlatan yaşlı bir amcaya rastlıyoruz. Selam verip yanına yaklaşıyor ve hal hatır soruyoruz. Yaşlı adam bize “Abdestiniz var mı?” Diye soruyor. Bizde “Abdestimiz var baba ilerideki köyde Cuma namazını kılacağız” dediğimizde adam hafifçe gülümsüyor.
“Ben size bu gün cuma olduğu için abdestinizin olup olmadığını sormadım. Bu toprağın her karesinde onlarca şehit yatıyor. Köylü tarlasını sürdüğünde hala topraktan insan kemikleri çıkıyor. Onun için bu mübarek beldede abdestsiz gezmezseniz iyi olur diye soruyorum.” diyor.
İster inanın ister inanmayın iliklerimize kadar titriyoruz. Dudaklarımız titriyor ağlıyoruz…
Oysa biz hiçbir zaman diliminde bu mübarek beldelerde abdestsiz gezmedik. Daha sonra şirin bir köyümüzdeki küçücük bir camide Cuma Namazını eda ediyor yine o köyde bir kır lokantasında öğlen yemeğini giyiyoruz.
*
Mihmandarımız Sayın Mim Kemal Ertuğrul asıl savaşın karşı tarafta yani Avrupa yakasında olduğunu söylüyor ve Çanakkale hakkında bizlere bilgiler veriyor. Sözün bir yerinde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının Türk’ün yeniden var oluşunun destanını yazdırdıklarını söylüyor. Aklıma cennetmekân Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” adlı o muhteşem şiiri geliyor. Bu muhteşem şiiri sayfama taşımadan Çanakkale’yi anlatabilmem mümkün değil. Onun için bu muhteşem şiiri yerimizin darlığı sebebiyle birkaç mısrasını sayfamıza alarak cennetmekân Mehmet Akif Ersoy’u da rahmetle yâd etmiş olalım.
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
*
İşte Cennetmekân Mehmet Akif Ersoy böyle anlatıyor Çanakkale Savaşını…
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın” diyor.
Hakikaten havada mermilerin çarpıştığı bir metre kare toprağa altı bin merminin isabet ettiği bu mübarek beldede mefhum bu mübarek şehitlerimizi tarihe gömelim desek tarihlere sığmazlar onlar.
Her karış toprağında yüzlerce şehidin ayak izleri olan, dalgalanan bayrağımızda mübarek kanları bulunan bu şühedalarımızı görür gibi oluyoruz. Zaten Çanakkale’yi gezip de bu duyguları hissetmeyen hiçbir milletten hiçbir insanın var olması mümkün değil.
*
Güneş yavaş yavaş yuvasına doğru yönlenirken bir tatlı serinlik çöküyordu bu mübarek topraklara değerli insan Mim Kemal Ertuğrul tarihini kültürünü çok iyi bilen bir insan. Bizleri aydınlatıyor, bilgilendiriyor damarlarımıza yudum yudum Çanakkale sevdasını aşılıyordu. Bizim ağlamaklı halimizi görünce de adeta bizi teselli ediyor;
“Üzülmeyin yarın Çanakkale savaşının çok çetin geçtiği yerlere gideceğiz. Gittiğimiz yerlerde binlerce şehidimizin ayak izlerini Atatürk’ün yaralandığı yerleri göreceğiz” diyordu.
Ah o yarın bir gelse yarın gönlümüzdeki kabristan olan bu mübarek yerleri gezebilsek tarihimizin seyrini değiştiren kahramanlarımızı yâd edebilsek ne kadar iyi olacak diye düşündük.
*
“Ey Yüce Allah’ım bizi nefessiz bırak ama vatansız bırakma”
Çünkü biz vatansız yaşayamayız.
*
Çanakkale’de üçüncü günümüz.
İnsanın gönül tellerini titreten bir sabah ezanı ile uyandık.
Kaldığımız yerin balkonuna çıkıp Çanakkale’nin o mübarek havasını ciğerlerimize doldurduk.
Namazımızı kıldık şehitlerimize Fatiha’lar gönderdik.
Kahvaltı, çay ve muhabbet derken saatin 08.30’za geldiğini gördük.
Ev sahibimiz Mustafa Berçin kardeşimin bizlere tahsis ettiği aracı ile araba vapuruna zar zor yetiştik.
Kaptanımız Çanakkale’yi ve Çanakkale tarihini çok iyi bilen çok değerli bir eğitimcimiz, tarih öğretmeni tarihçi kardeşimiz Metin Güven’di…
Vapurumuz suları yara yara “Allah’ın yeryüzündeki cenneti” dediğimiz bir manzarayı seyretmekten öte Cennetmekân Mehmet Akif Ersoy’un;
“Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vadilere, sağnak sağnak.”
Dediği o ufacık karaya yani Gelibolu yarımadasına doğru yol alıyordu.
Karşımızda Çanakkale ile ilgili kitaplarda dergilerde sık sık gördüğümüz elinde tüfeği ile bir Mehmetçik silueti duruyordu…
Heyecanımız artıkça artıyordu.
Yaklaşıyoruz KİLİTBAYIR denilen o tarihi yere Necmettin Halil Onan’a ait Bu mübarek toprakların kutsiyetini özetleyen “Bir Yolcuya” başlığını taşıyan o muhteşem şiirini görüyoruz.
*
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
*
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
*
Allah’a şükür işte biz bu gün hürriyetin zevkini tattığımız yerdeyiz.
Rabbim bizi istiklal ve hürriyetimizden mahrum etmesin.
Bayrağımızı indirtmesin, ezanımızı dindirtmesin.
Vapurumuz KİLİTBAYIR İskelesi’ne demir attığına “Bismillah” Diyerek ayak bastık bu mübarek topraklara, bu mübarek beldeye…
Mehmet Akif Ersoy buraları için:
**
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya…
**
Dediği o ufacık kara parçası işte burasıdır.
Bu kara parçasındaki ilahi güç Çanakkale’yi geçilmez kılmıştır.
Burada lise son sınıf öğrencilerinin okulu bırakarak Çanakkale’ye koşan ve Çanakkale’de şahadet şerbetini içen yaşları 17–18 olan Mustafa Kemal’in kınalı kuzularının göğüslerindeki iman dolu, vatan sevgisi dolu aziz ve mübarek ruhlarına Fatiha’lar okuyoruz.
Buradaki siperleri Fatih Sultan Mehmet’in buraya yaptırdığı kale ile Kanunu Sultan Süleyman’ın yaptırdığı kule kadar güçlü ve kuvvetlidir. İşte sözünü ettiğimiz kale ve kulede buradadır.
Burası Çanakkale Boğazı’nın en dar yeridir.
Burada resmettik dağın yamaçlarına yaslanan Mehmetçiğimizin resmini,
Kayıt ettik zihnimize…
**
DÜŞÜN Kİ, HAŞROLAN KAN, KEMİK, ETİN
YAPTIĞI BU TÜMSEK, AMANSIZ, ÇETİN…
BİR HARBİN SONUNDA BÜTÜN MİLLETİN
HÜRRİYET ZEVKİNİ TATTIĞI YERDİR.
**
Sözlerini zihnimize kazıdık.
Bize bu zevki tattıranlara,
Bize bu kutsal vatanı, vatan olarak bırakanlara,
Okuduğu lisede öğrenimini bırakarak Çanakkale’ye koşan kınalı kuzulara ve bu kınalı kuzulara “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyen dünya lideri Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına rahmet olsun, mekânları cennet ruhları şad olsun.
MECİDİYE TABLASI
İlk durağımız Çanakkale Savaşının en yoğun olduğu on binlerce Mehmet’imizin şehit olduğu Mecidiye tablası oldu. Burada Akif’in “GEL SENİ TARİHE GÖMEYİM DESEM SIĞMAZSIN” dediği Seyit Onbaşı’nın kahramanlığını dinledik… Savaşın en kızgın anı Çanakkale Boğazı geçti geçilecek. Elde avuçta ne top var, ne gülle…
Savaşın en kızgın anında işte bu yerde İngiltere Başbakanı Winston Churchill kendisine yöneltilen “Çanakkale’yi geçebilecek misiniz?” sorusuna verdiği cevapta…
“Beş dakikada Çanakkale’yi geçer, beş çayını da İstanbul’da içeriz” diyerek Türk milletinin o tarihteki güç ve kuvvetinin ne kadar zayıf olduğunu gözler önüne sermektedir.
Burada unutulan bir şey var oda içimizde var olan Şerife Bacılar, Nene Hatunlar ve kınalı kuzular ve Seyit Onbaşı’lar…
İşte o Seyit Onbaşı elde kalan son güllelerden birini “Ya Allah ya Bismillah” diyerek arkalıyor yanındaki üç beş Mehmetçiğin şaşkın
bakışları arasında 215 kiloluk gülleyi 4–5 basamakla yukarı çıkıp topun namlusuna sürüyor. Yine “Ya Allah Bismillah” diyerek topu ateşliyor. İşte o atış, işte o son gülle, işte o iman kuvveti yedi düvele;
“ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” dedirtiyor.
- ALAY
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ben size taarruz etmeyi değil ölmeyi emrediyorum” sözüyle gözünü kırpmadan düşmanın üzerine yürüyen kınalı kuzular.
- Alay ve diğer birliklerin katıldığı taarruzla ilgili İngiliz Subay General Hamilton’ın “Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor.” sözü de o yıllarda Türk askerinin ortaya koyduğu mücadeleyi akıllara kazıyan 57. Alay şehitliğindeyiz burada yapılan çok çetin savaşlar sonunda 820 er 30’za yakın subay şehit olmuştur.
Ulu önderimiz burada yaralanmıştır.
İşte size şehitlik, işte size seve seve ölüme koşan kahramanların yattığı bu kutsal topraklar.
Burada attığınız her adımda ürperirsiniz.
Vatan nasıl vatan oldu. Çanakkale nasıl geçilmedi sorularına cevap bulursunuz.
Yan yana dizilen üzerlerinde kimlikleri yazılan şehitliği gözleriniz yaşlı olarak seyredersiniz.
16 yaşındaki Mehmet oğlu Salih, 17 yaşındaki Ahmet oğlu Taner, 21 yaşındaki Mustafa oğlu Şükrü,
VS… VS sürüp gider bu kahramanlık listesi…
General Hamilton “Gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor” sözü ne kadar anlamlı, ne kadara ibret vericidir.
Çanakkale dağlarının bile aslan doğurduğu bir kutsal topraktır.
Mekke ve Medine kadar kutsal yerlerdir.
Çünkü bir günde 57. Alayın tümü şahadet şerbetini içerek Hakk’a yürümüşlerdir.
Mekânları cennet, ruhları şad olsun.
SEYİT ONBAŞI
Arkadaşlarımızla bu topun yer aldığı tabyadaki bu topu gördük söz konusu merdivenlerden yukarı çıktık. Seyit Onbaşının omuzundaki yükü hafifletmek ister gibi o gülleye el verdik.
Seyit Onbaşı’nın bu merdivenleri sırtındaki 215 kiloluk top mermisiyle birlikte çıkarak top mermisini namluya sürmesi akabinde ateşlemesi sonucu bu mermi düşmanın en büyük, en modern “Batırılamaz” dedikleri savaş gemisini Marmara’nın mavi sularına gömüyor.
Böylelikle askerimizin morali ve maneviyatı yükseliyor. Artık sel haline gelen böylesine bir gücün karşısında ne İngiliz’in, ne Fransız’ın, ne Yunan’ın durabilmesi mümkün mü?
Elbette ki mümkün değil.
“Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü boş yere söylenmemiştir.
Bütün bunları dinlerken gönül tellerimiz titriyor, ürperiyoruz.
Gözlerimiz nemleniyor, dudaklarımız titriyor. O günleri yaşar gibi oluyoruz. Gayrı ihtiyari ellerimizi semaya açıp Yüce Mevla’mızdan şehitlerimiz için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz için rahmet ve mağfiretler diliyoruz
Böyle bir tablo karşısında Seyit Onbaşı’nın o mübarek insanın aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken Türklüğümüzden, Müslümanlığımızdan, insanlığımızdan iftihar ediyoruz.
Ne mutlu bizlere ki böylesine muhteşem ve mübarek bir neslin torunlarıyız demekten de kendimizi alamıyoruz.
MORTO KOYU
Oradan bir başka adrese düşmanın mort edildiği Morto Koyu’nda ŞEHİTLER ABİDESİNİ ziyaret ettik. Mehmetçiğin savaşta bile düşmanını kolladığını, kucakladığını gördük. Akabinde Soğan dere, Kereviz dere, Domuz Deresini sonrasında sahra hastanesinin kurulduğu Karanlık dereyi gördük. Şahin dere’de kurulan hastanede binlerce yaralının tedavi edildiği ağır hastaların Çanakkale’ye gönderildiği ve İngiliz bombardımanı sonucu burada üç bin şehit verdiğimizi öğrendik.
Düşününüz savaşta bile yaralı düşman askerini sırtlayan yaralı Türk askerlerinin yattığı hastane “medeniyim” diyen medeniyetsiz ülkeler tarafından bombalanıyor.
25 Nisan günü düşmanın karaya çıktığı ilk gün öldürülen İngilizlerin Mezarlığı da buradadır.
Burada hâla sürülen tarlalarda insan kemiklerinin çıktığı söylenmektedir. Biz bunu yaşayan köylüden bizzat dinledik.
Çanakkale anlatılacak gibi değil sevgili okurlarım.
Görmek lazım, gezmek lazım o duyguları o anları yaşamak lazım.
Emin olun bu üç gün içerisinde biz kafamızda yer alan bir Çanakkale’yi değil destanlaşan bir Çanakkale’yi gezdik.
Rabbim bu necip milleti havasız, susuz bıraksın ama hürriyetsiz bırakmasın.
Çünkü hürriyetimiz olmasa ne arımız ne namusumuz, ne gönderde bayrağımız nede okunacak ezanımız olur.
Ey dünya lideri Ulu Önderim sana ve silah arkadaşlarına “Ben size ölmeyi emrediyorum” dediğin kınalı kuzulara Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.
Mekânınız cennet, ruhunuz şad olsun.
Dün sizlere bugün için Meçhul Asker anıtına gideceğimizi söylemiştik. İşte bugün o mübarek yerlerdeyiz.
MEÇHUL ASKER ANITI
Meçhul Asker Anıtı’na geldiğimizde tüylerimizin diken diken olduğunu, ellerimizin dizlerimizin titrediğini gördük.
Dudaklarımız titriyordu konuşamıyorduk.
Bu vatanın nasıl vatan olduğunu, topsuz tüfeksiz bir milletin yedi düvelle nasıl boğuştuğunu ve bu yedi düveli, bu devasa gücü, mermisi olmayan çakaralmaz tüfeklerle nasıl yendiğini öğrendik.
Ve bir kere daha bu milletin vatansız, bayraksız ve hürriyetsiz yaşayamayacağını gördük.
“Bizim başımızı gövdemizden ayırabilirler ama bizi bir karış toprağımızdan, arımızdan, onurumuzdan ayıramazlar” dedik.
Bu mübarek yerde sadece o meçhul askerin başının gömülü olduğu, gövdesinin ise nerede olduğunun bilinmediği öğrendik.
Gövdesinin nerede olduğu merak bile etmedik. Çünkü o mübarek gövde Türk Milletinin gönlündedir, yüreğindedir.
İşte o Meçhul asker ve o meçhul askerler bedenlerini parçalattılar ama vatanı parçalatmadılar.
Kanlarıyla canlarıyla bu vatanı vatan yaptılar.
Biz burada bu şehitlerimizin, 250 bin kınalı kuzularımızın, bunlara komutanlık eden tarihin yazdığı en büyük komutan Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün aziz ve mübarek ruhlarına Fatiha’lar gönderdik.
Yüce Allah ruhlarını şad, mekânlarını cennet eylesin…
KİLİT BAYIR – SEBDÜLBAHİR
Biz bu gün burada Kilit bayır ile Seddülbahir arasında Çanakkale ruhunu yaşadık. Çünkü bu yöreler bu çetin savaşın görgü tanıkları idi.
Yaşlı bir amcamız üzerinde atladığımız bir tümseğin yüzlerce Mehmetçiğin içerisinde şehit olduğu siperler olduğunu söylediğinde kan beynimize sıçradı…
Bu siperlerde yaşları 17-18 olan kınalı kuzular ellerindeki çakar almaz tüfeklerle düşmana nasıl aman vermediğini gözlerimizle gördük.
Çünkü o ruhu bizde yaşadık.
Buralarda abdestsiz gezilemeyeceği gerçeğini öğrendik.
Çünkü her adımımızda bir şühedanın ayak izini görmemiz mümkündü.
Görüp de irkilmemek o mübarek ruhu hissetmemek mümkün değildi.
*
Metrekaresine altı bin merminin düştüğü, havada mermilerin çarpışarak kaynaklaştığı yerler burasıydı.
Mehmet Akif’in;
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Dediği yerler bu yerler olsa gerek…
Özetleyecek olursak Çanakkale’nin her karış toprağında Ulu Önder
Mustafa Kemal Atatürk’ün ve “Ben sizlere ölmeyi emrediyorum” dediği 250 bin Kınalı Kuzu’nun ayak izlerini görüyorduk.
KANLI SIRT
Metin Güven Hoca anlatıyor!..
“İlk Şehitler Anıtı’nda bulunan Kanlı Sırt’taki tabyaya düşman gemilerinden atılan bir top tabyanın bacasından içeri düşüyor. Burada 86 askerimiz şehit oluyor.
Tabyanın gücü oldukça zayıflıyor işte o anda Ezineli Yahya Çavuş’un oluşturduğu 60 kişilik bir kuvvet filikalardan toprağa ayak basan düşman güçlerine büyük bir zayiatlar verdiriyor. “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” Sözü burada zuhur ediyor.
Denizin kızıla boyandığı yerinde burası olduğunu söylüyor değerli hocamız Metin Güven;.
“Düşmanın ALÇITEPE’YE kadar ilerlediğini ancak bir avuç Mehmetçiğin canı pahasına köye girişlerine izin vermediğini” ifade ederek sözlerini noktalıyordu.
ANZAK BURNU
ANZAK KOYU’NUN hemen karşısında ARIBURNU YARLARI mevcut. Bu yarları hele ki savaş esnasında hele ki gece geçmek hiçbir şekilde mümkün olmasa gerek. İşte yirminci asrın dehası Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk burasının tutulması emrini veriyor. Anzak’ların buraya çıkışları ile başlayan o kanlı savaşta 1520 şehit verirken 4700 askerimizde ağır bir şekilde yaralanıyor. Buna rağmen Anzak’lar bu tepeyi aşamıyorlar. Burada var olan bir mezarlık binlerce askerimizin ve on binlerce Anzak’lının yattığı yerdir.
CONK BAYIRI
300 metreye yakın yüksekliği ile Conk Bayırının bu kanlı savaşta öneminin çok büyük olduğu söylenir.
Burası Atatürk’ümüzün bu millete Yüce Allah tarafından bağışlandığı bir yerdir.
Burada bir mermi Atamızın göğsüne isabet etmiş ve Atamızın saatine çarparak hızını kaybetmiştir.
Bu saatin kırıldığı gerçektir.
Burada gözümüze GÖZETLEME MEVZİLERİ çarpıyor. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk bizzat bu mevzileri düşmanı gözetlediği söylenir.
ZIĞINDERE ŞEHİTLİĞİ
Çanakkale’de bir yer gördük ki tarih adına utandık, insanlık adına utandık…
Zığındere Şehitliğinde 28 Haziran 1915 tarihinde savaş kurallarına göre savaş dışında tutulması gereken hastanelerimize İngilizlerin ve Fransızların bomba yağdırdıkları için bu hastanelerde on binlerce yaralı askerimiz şehit edilmiştir.
Şehitliklerimiz gezmekle, görmekle bitmiyor. Bugün Çanakkale’nin şehir nüfusu 102 bindir. Oysa Çanakkale savaşında ki şehit sayımız 250 bindir. (Bir rivayete göre de 254 bin) Bu günkü Çanakkale nüfusunun tam iki buçuk katı…
Bu şehitliklerimizden biriside Teğmen Mustafa Efendi ile 200’ü aşkın Mehmetçiğimizin şahadet şerbetini içtiği yer ise…
ŞAHİNDERE ŞEHİTLİĞİ’DİR
*
Bu bölgede toplanan kabirsiz şehitlerin kemiklerinin topluca gömüldüğü NURİ YAMUT ANITI’NA gittik.
Yine hüzün doluyduk.
İşte İstiklal Marşımızda;
“BASTIĞIN YERLERİ ‘TOPRAK’ DİYEREK GEÇME, TANI.
DÜŞÜN ALTINDAKİ BİNLERCE KEFENSİZ YATANI.”
Sözlerinin burası için yazıldığını anlamak için insanın kâhin olmasına gerek yok.
Buranın her karış toprağında bir aslan yavrusu, bir kınalı kuzu kefensiz yatmaktadır.
Ey Yüce Allah’ım sen başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimizi Yüce Peygamberimize komşu eyleyesin.
Biz onların sayesinde vatan sahibi, bayrak sahibi olduk.
Her şey izah edilebilir, her şey anlatılabilir. Ancak Çanakkale anlatılamaz. Çünkü Çanakkale bir manevi ruhtur.
Çanakkale bir destandır.
Çanakkale destanının mürekkebi 250 bir şehidin mübarek kanı ile oluşmuştur. Bu mürekkep hem destanımızı yazan mürekkep, hem de mübarek bayrağımızın rengi olmuştur. Çanakkale destanı işte bu temiz ve mübarek kanla yazılmıştır.
Ey tarihlere sığmayan şanlı asker!..
Ey büyük deha, büyük kahraman, büyük asker, ey Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk senin “Ben size ölmeyi emrediyorum” dediğiniz gençler bu gün Cennet-i Ala’da Yüce Peygamberimizin komşularıdır. Ve yedi düvelden kurtardığınız bu vatan ümmeti Muhammed’in üzerinde hür ve gür olarak yaşadığı bir kutsal toprak ve bir cennet vatandır.
**
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
Ey şehit oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
**
Ey bu ülkenin makûs talihini yenen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk
Yüce Peygamberimizin ağuşunu açarak beklediği sizlersiniz. Sizler cennet-i alada ve bu milletin gönlünde ilelebet yaşayacaksınız. Sizi ve şehitlerimizi unutmak mı?…
Hâşâ bin kere hâşâ…
Vatan size minnettardır.
*
ÇANAKKALE’YE geleceğimiz o gece eline bir balon verilmiş çocuklar gibi sevinçli ve heyecanlı idik. Çanakkale’deki bu son gecemizde ise tam aksine elinde balonu alınmış çocuklar gibi üzgün ve hüzünlüydük.
Çünkü yarın sabah bu mukaddes topraklardan ayrılacağız, yarın sabah Çanakkaleli dostlarımızla vedalaşacağız.
O akşam yol arkadaşlarım Dursun Elmas, R. Mithat Yılmaz, Çanakkale Şairler ve Yazarlar Cemiyeti Başkanı Mustafa Berçin, MİM İnşaatın sahibi kadim dost Mim Kemal Ertuğrul, mihmandarımız tarihçi Metin Güven ve bazı dostlarımızla uzun uzun muhabbet ettik.
Çanakkale’yi, şehitlerimizi, yiğitlerimizi konuştuk.
Bu ayrılığa “Yolcu yolunda gerek” diyerek teselli bulduk.
*
Bir dem olur hüznü bir dem olur sevinci bir arada yaşarsınız ya bizde burada üç gün boyunca hem hüznü, hem sevinci, hem mutluluğu bir arada yaşadık.
Biz burada Mustafa Kemal Atatürk’ü gördük o dünya liderini…
Seyit Onbaşı’yı, Ezineli Yahya Çavuşu, daha on beş yaşında iken okulunu bırakıp Çanakkale ye koşan ellerindeki kınaları dahi solmamış olan Kınalı Kuzularımızı gördük.
Bir rüya gördük rüyalar şehri Çanakkale’de…
Bir bölümünde türküleşen bir bölümünde destanlaşan bir rüya…
Onun içinde bu yazı serimizin başlığını “ÇANAKKALE RÜYASI” koyduk
Bu rüyanın içerisinde doyumsuz bir sevgi vardı.
Bu sevginin adı da vatan sevgisiydi.
Her sevgiden üstün, her sevgiden yüce bir sevdaydı o sevda;
Gezildiğinde, görüldüğünde, dinlenildiğinde insanın gönül tellerini titreten, gözlerini nemlendiren bir sevda…
Damarlarda kan olup dolaşan, destanlaşan, romanlaşan, şiirleşen bir sevda.
İşte biz böyle bir sevdaya şahit olduk Çanakkale’de…
Sevginin, sevdanın rüyasını gördük…
Kınalı kuzuların başlara yaktıkları kınayı,
Lise öğrenimi bırakarak anasını, babasını, kardeşini yavuklusunu terk edip Çanakkale’ye giden, cennete koşar gibi ölüme koşan Kınalı Kuzuların gönlünde yanan sevdayı, ölümsüz bir vatan aşkını gördük.
Sevgi, sevda ve hasret vardı bu aşkın içinde.
Allah bizi böyle bir aşktan mahrum etmesin.
*
Sevdiklerimizi gördük Çanakkale’de…
Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ayak izlerini, dehasını, devlet adamlığını, engin fikirlerini gördük. Onun gözlerindeki sönmeyen ateşi gördük.
Seyit Onbaşı’yı gördük sırtındaki 215 kiloluk top mermisinin altında yıkılmadığını, basamakları birer birer çıkarak omuzlarındaki o ağır yükle, zafere ulaştığını ve tarihlere yön verdiğini gördük,
Ezineli Yahya Çavuş’un bir manga askerle düşman askerlerine karşı devleştiğini, anıtlaştığını gördük…
Bedenin nerede olduğu bilinmeyen sadece mübarek başının defnedildiği bir mübarek kabirde o meçhul askeri gördük,
Şehitliklerde daha 16–17 yaşlarında iken şahadet şerbetini iştahla için kahramanların nurla dolu kabirlerini gördük.
*
Ankaralı Oğuz’un, Adanalı Cumali’nin, Diyarbakırlı Şehmuz’un,
Vanlı Cemal’in, İstanbullu Mehmet’in, Elazığlı Rasim ustanın,
Boyabatlı İbrahim’in, İzmirli Sinan’ın, Antepli Şahin’in,
Erzurumlu Yetim Ömer’in, Bigalı Recep çavuşun, Adanalı Kamil’in,
Konyalı Hüseyin Çavuşun, Afyonlu Kerim’in, Malatyalı Hikmet’in,
Muşlu Mustafa’nın Samsunlu Kemal’in, Kayserili Osman’ın, Sivaslı Dursun onbaşının ve yurdun dört bir yanından koşarak gelen ve bu yolda bir büyük iştahla şahadet şerbetini yudumlayan aziz ve mübarek şehitlerimizin üzerlerinde çiçekler açan o nurlu kabirlerini gördük…
Özetleyecek olursak:
Biz Çanakkale’de her sevgiden yüce olan bir vatan sevgisi gördük.
Ve bu vatanın nasıl vatan olduğunu, arımızın, namusumuzun nasıl kurtulduğunu,
Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu,
Ve…
ÇANAKKALE’NİN NASIL GEÇİLEMEZ KILINDIĞINI gördük.
Asım’ın nesline veda edebilmek için uyandık o derin rüyadan.
*
Asım’ın nesli… Diyordum ya… Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.
*
Şartlar ne olursa olsun.
İster üç övün yemeği sadece şekersiz üzüm hoşafı, isterse, elinde top tüfek yerine kazma küreği olsun. Hiçbir güç karşısında boyun eğmeyen sadece rükûa gitmek için boyun eğen bir yüce milletin ferdi olmak ne kadar hoş ve ne kadar gurur verici bir duygudur Yarabbi…
İşte o Çanakkale!..
Cumhuriyet kadar özel,
Hürriyet kadar güzeldir.
Ve o ruhu yaşamak için de “Ne Mutlu Türküm Diyene” demek gerekir.
*
Terminaldeyiz.
Emin olun eşimizden, dostumuzdan, anamızdan, babamızdan, yavrumuzdan, yavuklumuzdan ayrılıyor gibi üzgünüz. Otobüsümüzün kalkmasına bir kaç dakika var terminali geziyoruz bir ara Çanakkale’de kuzularını otlatan yaşlı amcayı görür gibi oluyorum bize “Abdestiniz var mı?” diye soruyor “Bursa yolcuları yerlerini alsın” anonsuyla kendime geliyorum.
Sarılıp kucaklaşıyoruz dostlarımızla…
“Bir daha geliniz” diyorlar bizde “Ya nasip” diyor ve vedalaşıyoruz…
Bindiğimiz araç Osman Gazinin, Orhan Gazinin Ertuğrul Gazinin koca bir imparatorluğun temelini attığı ve orada medfun oldukları yeşil Bursa’ya doğru yol alırken gönlümüzde ve ruhumuzda derin bir iz bırakıyordu hayra yorduğumuz Çanakkale Rüyası…
*
Gidiyoruz Çanakkale’den;
Yüreğimizin Bir bölümünü Kilit Bahir’de,
Bir bölümünü Seddülbahir’de,
Bir bölümünü 57. Alayda,
Bir bölümünü Conk Bayır’ında
Bir bölümünü Mecidiye tabyasında bırakarak gidiyoruz.
*///*