NEVZAT ÜLGER

TÜRKİYE “OYUN KURUCU” ÜLKE      

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada üç blok oluşmuştu: ABD merkezli NATO, Rusya merkezli Varşova paktı ve daha sonra da Bağlantısızlar bloku.

Bu bölüşüme yenidünya düzeninin sahadaki dizilişi olarak bakıldı.

NATO paktına dâhil olmanın fidyesi olarak NATO ülkelerinde ve elbette Türkiye’de de anti-komünist örgütlenmelere başlandı. Genç nesil bu formata uygun olarak şekillendirildi.

Siyasi alanda sağcı /muhafazakâr geleneğin ilk kazanımı Menderes’in iktidara gelmesiyle oldu. Bu gelenek dinin modernleşmenin önünde engel olmadığını, Müslüman kalarak modern olunabileceğini kanıtlama olarak görüldü. Çünkü hemen sonra Adalet Partisi, ardından Anavatan Partisi, Refah Partisi ve AK Parti iktidara gelerek hem ülkenin kalkınmasını ve dünyaya entegrasyonunu, hem de alt gelir gruplarının merkeze yürümelerini sağlayarak üstenci bakışları -kısmen de olsa- daha insani bir çizgiye yaklaştırmışlardır.

1960’lı yıllar Türkiye’de üniversite gençliği arasında Marksist ve sol fikirlerin popülerlik kazanmaya başladığı yıllardı. Bunun hemen karşısında da 1950’lerden beri sürdürülen bir çizginin devamı olarak o dönemde milliyetçi ve muhafazakar gençlerin yanı sıra dini cemaatler ve tarikatlar “Sovyet tehdidi” ve artan “ateist-komünist tehlike”ye karşı devlet yanlısı duruşlarını sürdürüyorlardı.

Mesela 1960’lı yıllarda onursal başkanlığını emekli kara kuvvetleri komutanı iken, 1960 darbesi esnasında darbe kadrosunda orgeneral seviyesinde paşa olmadığından göreve çağrılan ve Cumhurbaşkanı yapılan Cemal Gürsel’in yaptığı “Komünizmle Mücadele Derneği” faaliyetleri bu alanda en dikkat çekici olanlarındandır.

1945 ile 2000 yılları arasında Yeni Dünya Düzeni’ne itiraz etmek pek de kolay değildi. Kaldı ki Batı bloğuna dâhil olan ülkelerin yönetiminde söz sahibi olan kişi ve kuruluşlar toplumu komünizm ile korkutuyor, uyanık haldeki topluluklara parlak rüyalar gördürüyorlardı.

Bu gelişmelere paralel olarak ABD’de akademik çevrelerde uzun süredir, İslamcıların demokrasiyle uzlaşmasının özelde Ortadoğu’da, genelde İslam dünyasında demokratik rejimlerin oluşması ve oturmasına katkı sağlayacağı hususu tartışılmaktaydı. Bu tartışma, 1990’ların sonunda ve 2000’lerin başında Amerikan karar vericilerinin de gündeminde olan bir konu haline geldi. Ortadoğu’daki diğer ülkelere göre nispeten oturmuş bir “çok partili hayat”a sahip olan Türkiye’de böyle bir iktidara şans verilebilirlik özelde bölge açısından, genelde de tüm İslam dünyası açısından bir deneme olarak görülebilirdi. Bunun da önüne engel çıkarılmadı.

Ancak 2010 yılında Mavi Marmara gemisi ile ilgili olarak ABD medyası, İsrail lobisi ve ABD Kongresi’nin hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat üyeleri ve hatta dış politika yapılanması, Erdoğan hükümetine karşı kritik değerlendirmeler yapmaya başladılar. Bu eleştiriler hükümetin Mavi Marmara olayını ele alınış biçimiyle de sınırlı kalmadı. Türk dış politikasının tamamı mercek altına alındı. Eleştirmenler, Başbakan Erdoğan’ı bölgesel bir güç olma hedefiyle geleneksel Batı yanlısı dış politikadan İslamcı bir politika lehine tercih yaptığını söylediler. İslamafobi’nin değişik bir versiyonu nüksediyordu.

Varşova Paktı, 1989 yılında SSCB’nin komünizmin yenilgisini ilan etmesi ve hakimiyeti altındaki birçok Slav olmayan topluluklara devlet olma yolunu açtı ve  1992 yılından itibaren de hayatını devam ettirebilmek için Rusya adı altında yeniden devletleştiler. Böylece Rus yöneticiler komünizm ideolojisinden vazgeçtiler ama bizdeki Marksistler hala arkaik bir toplum özlemi içerisinde, Rusları döneklikle suçlamaya devam ediyorlar.

Bu gelişmelerden dört yıl sonra Varşova Paktı yerine “Şanghay” blogunu oluşturma yoluna gidildi.

Şanghay Beşlisi’nin oluşum kronolojisi:

1996 yılında; Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan. (Beşli)

2001 yılında Özbekistan.

2017 yılında Hindistan, Pakistan.

2021 yılında İran. (Oldu dokuz)

Türkiye Şanghay oluşumunun diyalog grubunda. Diğer diyalog ülkeleri; Azerbaycan, Sri Lanka, Ermenistan, Kamboçya, Nepal, Suudi Arabistan, Mısır ve Katar.

Gözlemci ülkeler, Afganistan, Moğolistan ve Belarus.

Cumhurbaşkanının 17 Temmuz 2023 tarihinde başlayan Ortadoğu ziyaretlerini bu oluşumları dikkate alarak değerlendirmekte fayda var. Artık hiçbir ülkenin tek başına ayakta kalma ve ilerleme şansının olmadığını, bölgesel ve iktisadi işbirliklerinin zorunlu olduğunu görmek gerekir.

“Türkiye 21.yüzyılda “oyun kurucu” pozisyonundadır” demekte hiçbir sakınca yoktur.

 

TÜRKİYE “OYUN KURUCU” ÜLKE      

Giriş Yap

Yeni Nesil Medya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin