Siyasette bir merkez kavramı var ve bu merkezin sağında ve solunda siyasi partiler sıralanırlar. Biz bu gün merkeze en yakın noktada, ancak merkezin sağında olan partilerden ve bu kulvarın özelliklerinden bahsedeceğiz. Bu ülkede son birkaç yıldır “merkez sağ” sanki boş duruyor algısı var toplumda.
Merkez sağ, siyasi yelpazenin sağında yer alırken merkeze daha yakın olduğunu iddia ediyor. Bu partiler genellikle liberal demokrasiyi, kapitalizmi, piyasa ekonomisini, özel mülkiyet haklarını ve biraz da refah devletini savunurlar.
Dünyada da ülkemizde de sol anlayışlar genelde bölüşüm üzerine, sağ anlayışlar kalkınma üzerine propaganda ve icraat yapıyorlar. Tabi yokluk üzerinde bölüşme olmaz. Onun için önce kalkınma gerekir. Bölüşmek için kalkınma, kalkınmanın sonucunda da gelirin adil dağılımı mutlaka olmalıdır. Aksi halde iki görüş de ülkenin yalnız %10 nüfusuna çalışır.
Büyük bir eksiklik ama maalesef gerçek anlamda bir merkez sağ ve yine gerçek anlamda bir merkez sol parti olmadı.
Türkiye’de merkez sağ çizgi Demokrat Parti ile başlar. DP’den sonra merkez sağ çizgide yer alan Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi de, siyasi yaşamları boyunca hem kalkınmacı olmuşlar hem de halkın inançlarına, dinine, kültürüne, örf ve adetlerine saygı göstermişlerdir.
Türkiye’de merkez sağ siyasi hayatına, 1946 yılında kur(duru)ulan Demokrat Parti (DP) ile başlamıştır. DP’nin 10 yıllık iktidarına karşı yapılan darbeden sonra 1965 iktidarı ile Adalet Partisi merkez sağı yeniden temellendirmiştir.
Yine 1980 darbesi sonrasında merkez sağ, Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) ile yoluna devam etmiştir.
1960’lı yıllarda Ülkücü Hareket ve Milli Görüş siyasi hareketlerinin ortaya çıkması, merkez sağı ılımlılık ve merkeziyetçilik bakımından farklılaştırmış, biraz daha İslami bir çizgiye çekmiştir.
Günümüzde kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ülkenin en uzun süre iktidarda kalan sağ partisi olmuştur. AK Parti’nin popülerliği, kitle partisi olması ve ideolojik içeriği nedeniyle (2002-2013) döneminde merkez sağ partisi olarak nitelendirilmiştir. 2018 sonrasındaki sistem değişikliğinin ardından merkez sağ kavramı yeniden değerlendirme konumundadır.
Siyaset bilimi açısından; merkez sağın siyasi düşüncesi, demokrasi ve sivil toplum, milliyetçilik, (dini) muhafazakârlık ve laiklik gibi unsurlardan oluşmaktadır.
Merkez sağ, etnik milliyetçilik yerine kapsayıcı bir sivil milliyetçilik anlayışını benimser. Milli irade anlayışları için önemli olan, kişinin kendini Türk hissetmesidir. Anayasamız böyle söylüyor.
Bazılarına göre de merkez sağ, bir ara formül, bir geçiş pozisyonudur, halk ile rejim arasında bir tampon bölgede yer alıyordu.
Bazen devletin resmi ideolojisinin halka karşı sözcüsü, bazen de halkın devlete karşı sözcüsü, bazen halkın rejim karşıtı taleplerinin deşarj olacağı meşru bir sibop, bazen de devletin katı uygulamaları karşısında halkı koruyan bir muhafız olarak iş görüyordu.
Merkez Sağ’dan beklenen, parlamenter demokraside, muhafazakâr halk kitlelerini rejimin kırmızıçizgileri içinde tutmak, sandıkta rejimin ideolojisine aykırı hata yapılma ihtimalini bertaraf etmekti.
Gerçi merkez sağ siyasetçiler; dindar, muhafazakâr halk gibi yaşamıyor, Batı tipi bir hayat yaşıyorlardı ama yine de muhafazakâr halk kitlelerinin “adamları” olmuşlardı.
Bir merkez sağ siyasetçinin cuma namazı kılması, Allah razı olsun demesi bile bazen bu duygudaşlığın kurulması için yeterli olabiliyordu.
Bu denge 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesiyle önemli oranda yeniden şekillendi. Çünkü AK Parti, hem klasik merkez sağcılar gibi Batıcıydı, hem de kırmızı çizgileri zorlamıyordu. Partinin çoğunluğu da muhafazakâr insanlardan oluşuyordu.
Denebilir ki; AK Parti 2010’daki referandumdan sonra, dış bağlantısı olmayan sol ideolojilerin dışındaki bütün grupların kendilerine rahatça yer bulabilecekleri bir noktaya gelmişti.
Özellikle 2018 yılında referandumla yürürlüğe konulan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nden sonra tüm partililer daha seküler ve şehirli olan merkez sağ seçmenlere dönüştü.
Siyasi partilerimiz, siyasi gelecek açısından ve seçmeni küstürmemek anlamında çevrenin dar ufkundan da fazla uzaklaşamıyorlar. Diyebiliriz ki; Türkiye’de siyasi partiler, kendi dar cemaat ufuklarını kolay kolay aşamıyorlar.
Bazı gözlemcilere göre; 2018 sonrasında muhafazakârlıkla milliyetçilik birleşti, devletle din iç içe geçti. Yeni klişe; “yerli ve milli”. Yerli; Türk, milli; İslam.
Şimdilerde “iktidardaki muhafazakârlık” da, “muhalefetteki muhafazakârlık” da tartışılıyor. Hatta yalnız “siyasetteki muhafazakârlık” değil, “ hayatın bütün alanlarındaki muhafazakârlık” tartışılıyor.