En fazla kabul gören bilimsel verilere göre, içinde yaşadığımız evrenin yaşı 13.8 milyar yıl. Bu evren içinde “eşrefi mahluk” olarak kabul edilen insanın dünya yaşı da şimdilik en fazla 35.000 yıl olarak kabul ediliyor. Göbekli Tepe kazılarına göre toplu yaşayış için tespit edilen süre henüz 12.000 yıl.
İnsanoğlu “Samanyolu” adı verilen bir galakside, yine bir yıldız olan Güneş’le birlikte hareket eden arz (yer) üzerinde yaşamaktadır. İlim adamları diyor ki; bizim galaksimiz içinde aynen güneş sistemine benzer yüz milyardan fazla yıldız sistemi ve uzayda da milyarlarca galaksiler mevcuttur. Dünya bu yıldızlardan sadece bir tanesi ve dünyada yaşayan insan cinsinin uzayda işgal ettiği alan da fazla büyük olmayıp, toplam alan içerisinde %0,01 büyüklüğünde. Bizim üzerinde yaşadığımız yerküre, bu astronomik büyüklük içinde cesamet olarak önemli bir hacim olamazken, bu küre üzerinde de insan denilen varlığın fiziki boyutları bir şey ifade etmemektedir.
Oysa yalnız dünya üzerinde dokuz milyar tür var ve insan bu türlerden yalnız biri ama muhakeme/temyiz gücü olan aklı sayesinde dünyanın en önemli mahlûku. Yeryüzünde “insan” denilen bu varlığı bu kadar önemli kılan nedenler nelerdir?
İşte Batı ile Doğu arasındaki fark bu soruya verilecek cevapta önemli bir yer tutmaktadır. Batı yalnız aklın verilerini esas alıp, vahyi bilgilere kapıları kapatınca, insanın yaratılışı konusunda “hikâye” anlatmakla yetinir oldu. Bazen Olimpos dağına çıkıp, kendi kabulleri içerisinde tanrılara(!) çelik-çomak oynatmakta, bazen de onları toptan görmezden gelip determinizm kanunları içerisinde, vahyi bilgileri reddederek rasyonalist olur. Hâlbuki “Şüphe, gaye değil, gerçeği bulmak ve gerçek (yakin/tereddütsüz) bilgiye ulaşmak için bir vasıta” olmalıdı.
Olayların izahında Batı yalnız sebep-sonuç ilişkisini (determinizm) esas alınırken, aynı konunun izahında Doğu hem sebep-sonuç ilişkisini dikkate almakta hem de olayı bir yaratıcı ile ilişkilendirmektedir. Bu konu “Big Bank” teorisi için de böyledir, “insanın yaratılışı” için de böyledir. Batı’nın bu yaklaşımı da genellikle aydınlanma felsefesi ile onun bir türevi olan pozitivizmin yaygınlık kazanmasından sonradır. Oysa medeni olmanın izahında ekonomi ve teknoloji ile bir aidiyet kurmak belki bir yaklaşım tarzıdır ama esas olanın eldeki imkânların niçin ve nasıl kullanıldığı olmalı değil midir? Yani “Medenilik ile maddi güç arasında doğrusal bir ilişki yoktur.” diyebiliriz.
Marifetname yazarı; “Varlıklar öyle bir yaratılmıştır ki hepsinin temel yapısı simetriktir ve bir ayna gibi birbirlerini ve neticede de Allah’ın yaratma gücünü yansıtırlar. Her alan farklı bir varoluş seviyesine aittir” diyor. Bir başka yerde; “Yıldızların gücünün doğal olayları etkilediğini (med-cezir gibi) ve bu gücün Allah tarafından bahşedildiğini” anlatıyor. Gerek İbrahim Hakkı gerekse Bediüzzaman, dünya için; “kokusu insan olan gül bahçesi” benzetmesinden sonra, “insanın ölümü dünyayı kokusuz bırakır” tespitini yaparak, “Yeryüzünde inanan insan kalmazsa, dünya sersemler ve parçalanır” sonucuna varıyorlar. Birçok Müslüman’ın, tabiatı, okunması gereken Allah’ın diğer kitabı olarak gördüğünü özellikle belirtmek gerekir. Kaldı ki tabiatta gördüklerimiz Allah’ın kudretinin yansımaları olması dolayısı ile “esma ve sıfatların” görünen kısımları değil midir?
“İlim” kavramının kendine özgü boyutlarının olduğu kabul edilerek, doğru düşünme kuralları içinde güvenilir bilgiye ulaşılmalıdır. Eşyanın görünen yüzü de, görünmeyen yüzü de bilinmelidir. Kur’an nasıl Allah’ın kitabı ise, kâinat da Allah’ın kitabıdır.
“İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir genişliğe sahiptir ki, çerçeve içine alınması zor olur. O kadar da dardır ki iğneye mekân olamaz. Bazen bir noktada hapsolur bazen de dünyayı bir karpuz gibi eline alır ve akıl odasında misafir eder. Bazen haddini aşar, bazen oldukça küçülür.” (Nevzat Ülger, Bilim ve Düşüncede Doğu ve Batı, 2019)
İnsan âlem-i sağir (küçük âlem), evren de âlem-i kebirdir (büyük âlemdir). Âlem-i sağir âlem-ı kebirin bir numunesidir. Fakat yaratılış nedeni yüzünden âlem-i sağir (insan), âlem-i kebirden (evrenden) büyüktür.
Hep akılda tutalım; biz Ademzadeyiz. Nübüvvet ve peygamberliği hariç, Hz. Âdem ne ise biz de oyuz. Bu Âdem o âdemdir.