Bilgi üretemeyen insanlar veya toplumlar, üretilen bilginin takipçisi, bir adım sonra da mahkûmu olmaya mecbur olurlar.
Geri kalmış veya gelişmemiş diye tanımlanan toplumlar, ilim ve düşünce iklimini ellerinden kaçırınca güçlerini, umutlarını ve özgüvenlerini kaybettiler.
İçinde yaşadığımız dünyada zaten üretilmiş çokça bilgi adacıkları mevcuttur. Yeniden bilgi üretmek isteyen kişi ve gruplar; bu bilgileri güncellemeli, kendi medeniyet semasına uygun bir değere dönüştürmelidir.
Yaşanan hayatı ve sosyal gerçeklikleri dikkate almayan, aklı ve doğru bilgiyi önemsemeyen her anlayış “marjinal alanlar” oluşmasına, belki de toplumun geleceğini tehdit eden bir güvenlik meselesi haline gelmeye başlarlar.
Son iki yüz yıldır adeta kızıl elma şekline getirdiğimiz “Batı Medeniyeti” artık bir Hıristiyan medeniyeti olmaktan da çıkmıştır. Batı medeniyeti karşısında Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm ve Hinduizm mağlup olmuştur. “Ateizm” Avrupa’nın bazı bölgelerinde yüzde elli, bazı bölgelerinde yüzde doksan oranında yükselme göstermiştir diyor konunun uzmanları. Tek ölçü “maddi çıkar” düşüncesi olmuştur.
Modern teknoloji ve üretim tarzı tüm dünyayı tehdit etmektedir.
Küresel gelir dağılımındaki dengesizliğin ortaya çıkardığı sorun, üretim sorunu değil, adil olmayan dağıtım sorunudur.
Teknolojilerini harp sanayi üzerine kuran ülkelerin hâkimiyetindeki dünyada savaşlar ve terör bitmez. Silah üreticilerinin kar vasıtası olarak gördükleri tek şey; şiddet, terör ve savaştır.
Aile kavramı süratle fert haline dönüşmektedir. Adına “ferdiyetçilik” denilen bu olgu, büyük güçlerin sömürü aracı haline gelmiştir.
Küreselleşme vasıtasıyla dünyadaki medeniyet havzaları çözülmeye mecbur edilmişlerdir. Bu aslında “açık medeniyet” anlayışından ziyade, heterojen toplumlar meydana getirme çalışmalarıdır. Günümüzde Çin, Hint, Japon, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri Batı’nın empoze ettiği iktisadi, siyasi ve kültür kodları üzerine yaşamaktadırlar.
Dünyada “medeniyet” iddialarını bırakmayan, Batı’ya tek alternatif olan anlayış İslam ve Müslümanlardır. Bazı Müslümanların Batıcılık kavramını “akidevi” bir tarzda benimsemiş olmaları, genel anlamda diğer Müslümanları daha dirençli hale getirmiştir.
Günümüzde İslam dünyasının sorunu iktisadi, siyasi ve teknolojik olmaktan ziyade “medeniyet” anlayışıdır diye düşünüyorum. Neden?
Batılılaşma ve modernleşme projeleri; fikri bağımlılık, siyasi bağımlılık, ayrımcılık, Batı taklitçiliği ve toplumsal hafıza zincirinin kopması üzerine oturmaktadır. Bir yanda modernistler, bir yanda selefiler hurafecilik” bahanesiyle reddi miras etmeyi topluma asil bir anlayış olarak sunma gayretindedirler.
Netice itibariyle 1699 yılında sonra İslam dünyasında ve Batı’da baş gösteren gelişmeler maalesef İslam dünyasındaki bilgi ve hikmeti işlevsiz hale getirmeyi büyük oranda oluşturmayı başarmıştır.
Müslümanlar son elli yıldır kurumlarını ve elbette düşünce dünyalarını tekrar yenilemeye başladılar. Hem akli hem de dini disiplinlerde önemli olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Bu insanlar kendilerinde bulunan “hakikatin” diğer insanlara da ulaştırılması gerektiğini tekrar hatırladılar.
İslam dünyası kendi medeniyetlerinin üstünlüğünün kaybedilmesinin üzerinden iki yüz yıl geçtikten sonra yeniden siyasi, ahlaki, ilmi ve adil olma ilkelerini gündeme taşımayı başarmaya başlamıştır. Bunun en belirgin özelliği; lokal veya dünya ölçeğindeki krizlerin anatomisine nüfuz edilerek, yapısal çözümler yolunda önemli adımlar atılmıştır. Artık “itirazı ve itirafı” önemli ölçüde benimsemiş insanların sayısı artmaya başlamıştır.
Geçmişi ve mevcut olayları iyi anlamadan çözüm üretmenin mümkün olmadığını anlayan insanlar, “fikir üretme” konusunda sancılı da olsa bir hayli mesafe almışlardır. Çünkü sorunların tüm açıklığı ile görülmediği yerde çözüm de üretilemeyeceğini anlayan insanlar; dünyayı, olayları ve İslam’ı iyi anlamaya çalışarak yeniden “bilgi üretme” çalışmalarına özgüvenleri içinde gayret etmektedirler.
Dünya yeniden resetleniyor.
NEVZAT ÜLGER