Medeniyetin üç kilit kavramla ilişkisi var; din, şehir ve devlet. (Buna emperyal devlet de diyebiliriz. Emperyali Marksist terminolojiye göre düşünmeyin. Emperyal, özgül ağırlığı fazla olan devlet anlamına kullanılmaktadır. Gezdiği yerlerde iz bırakan, saygı uyandıran devlet demektir. 13. Yüzyıldan 18. yüzyıla kadar olan zaman dilimindeki Osmanlı gibi. Marksizm yalnız kelimeleri bozmadı ki.)
Medeniyetin birinci belirleyeni “din” olduğuna göre, günümüzdeki mücadelelere de (S.P.Huntington’un tabiri ile) “medeniyetler savaşı” demek mümkün olmaz mı? Afganistan’ın işgali, Irak’ın işgali, Suriye’yi parçalama planları, Libya’yı parçalama planı, Mısır’ın demokratikleşmesine (belki ciddi İslamlaşmasına) engel olunması, Körfez Savaşı, Cezayir olayı, Bosna Hersek katliamı vs hep bu medeniyet penceresinden incelenirse ne mahsuru var?
Aynı bakış açısını iç olaylarda da görmek gerekir mi acaba? 1950 seçimlerini Demokrat Parti’nin kazanmasından on yıl sonra darbe yapılması, 28 Şubat darbesi ve diğer darbeler ve darbe girişimlerini hep bu açıdan değerlemeye almak en çok kimleri rahatsız eder? Adam bir gün önce çıkıyor ve diyor ki; “Bu memleketin % 99’u Müslüman’dır.” Seçimler yapılıyor ve seçimi kazanan parti hükümeti kuruyor. Aynı adam tekrar sahneye çıkıyor ve; “Memlekette din tehlikesi var” diyor. Yani adama sormazlar mı; “% 99’u Müslüman olan bir ülkede elbette Müslüman’ın sesi çıkar. Bundan daha tabii ne olabilir ki.”
Dünya her geçen gün daha küçük hale geliyor. Bu nedenle de medeniyetler arasındaki etkileşimler ve medeniyetlerin mensubu olan insanlar arasında da kendi medeniyetini daha iyi anlama ve tahlil etme merakı artıyor. Hatta çoğu ülkelerde merak sahibi olan insanların da tahsilli, iş güç sahibi, toplumun derdiyle dertlenen insanlar olduğunu görüyoruz. Çünkü dinle ilişiği olmayan insanların bu tür gaile taşımaları düşük bir ihtimaldir. Tamamen olmuyor da diyemeyiz ama bu durumlarda ideologların da kendilerince bir din, bazen dinsizlik dini oluştukları bir hakikattir.
İdeoloji ve etno-kültürel temelli ittifak kurmak çok yakın geçmişte iyice anlaşılmıştır ki pek uzun ömürlü olmuyor. Artık her geçen gün din temelli organizasyonlar daha fazla gündeme geliyor. Başka türlü olamaz mı? Olur elbette. Ancak dünyanın gidişatını da iyi okumak gerekir. Farklı medeniyetlerin mensuplarınca meydana getirilecek oluşumlar düşmanlık etmek manasına gelmez ama farklı oluşum içerisine giren ülkelerin de kalkınmalarına çelme takıldığı gerçeğini iyi görmek gerekir. Hatta Batı’nın ideolojik farklılıkları ortadan kalkınca hem İslam’la hem de kendi mezhebi farklılıkları arasındaki fay kırıkları daha bir görünür oldu.
Batı, medeniyeti tarif ederken “maddi ve manevi gelişmelerin bütünü” olarak tarif ediyor. Aynı medeniyet içinde çeşitli kültürler olabilir. Medeniyeti dinler meydana getirirken kültürler etnik yapılara aittirler ve birer alt birimlerdir. Bundan dolayı da kültürler bazen kendi mensup oldukları dinleri nakzedebiliyorlar. Böyle bir durumda da ya dinden ayrılma söz konusudur ya da bir başka medeniyetin kodlarına göre oluşturulan yanlış bir uygulama vardır. Yatırlara bez parçaları bağlamak, metres hayatı yaşamak, feminizm, canlı ve cansız varlıklara perestiş etmek, hazcılık, hızcılık vs hep bu türe örneklerdir.
Şehir kavramının medeniyetle çok yakın bir ilgisi vardır. Çünkü şehirli olmak bağımsız düşünebilmektir. Kişi halen daha 3. sınıf düşünce sahibi olan birilerini kanaat önderi olarak görüyorsa, ya hakikati çok ucuz bir menfaat uğruna satıyordur ya da şehirli olamadığı için temyiz gücü gelişmemiş olup iyiyi iyi olmayandan ayıramıyor demektir. Böyle bir insanın da şehir veya ülke yönetiminde önemli bir unsur olması halinde o şehir ya da o ülke gelişmesini erteleyecek demektir. Birçok ideoloji sahibini de bu kategoride görmek mümkündür. Bu durum aymazlık halini yaşayan insanlar için de, yaşamayan kimseler için de söz konusu olabilir.
Son cümle; din, şehir ve devlet kavramlarının olmazsa olmaz ortak kümesi “adalet”tir. Çünkü devletlerin dini adalettir. Adaleti olmayan devletin dini yoktur.
NEVZAT ÜLGER