NEVZAT ÜLGER

BU MAKALEYİ HERKES OKUMALI (SÜLEYMAN DEMİREL PENCERESİ)

“Siyaset çok güzel bir şeydir. Tatlıdır. Sabır ister, metanet ister. Olayların altında kalmamayı gerektirir. Tükenmemek ister. Kişiyi çok çabuk tüketir siyaset. Sabrını da tüketir, sağlığını da tüketir. Maddi varlığını da tüketir. Kişinin en çok dikkat edeceği şey tükenmemektir. Olayların altında ezilmemektir ve olayların üzerine çıkabilmeyi becerebilmektir. Gün olur bugün sizi sıkan meseleler, birkaç ay sonra, muayyen bir süre sonra o kadar önemli meseleler olmayabilir. Önemini kaybeder. Hiçbir şeye lüzumundan fazla ağırlık vermemek lazımdır.”

1965-1971 döneminde Demirel, liberal tınılar verir. En çok atıf yapılan üç sözünden biri “Yollar yürümekle aşınmaz” diğer ikisi, “Dün dündür bugün bugündür” ve “Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz” cümleleridir.

“Yollar yürümekle aşınmaz söyleminde, liberal-demokratik bir moment de yok değildir. Belagattir, retoriktir -fakat güçlü, etkili bir retoriktir. Kendi tabanına ve seçmenlerine hitaben, onların devlet şiddeti talep eden rahatsızlığını yatıştırmak üzere yapılmış bir çıkış olduğunu da unutmamak gerekir. Adeta Demirel, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımında ‘aşırıya’ gidilmesine tepki gösteren tabanını, bu hak ve özgürlükleri içlerine sindirmeleri ve hoşgörüyle karşılamaları yönünde ‘eğitmeye’ çalışmaktadır… Dolasıyla ‘yollar yürümekle aşınmaz’ı, Türk sağ siyasetinin geleneği içinde hayli zayıf olan liberal demokratik momentin bir belirme anı olarak görebiliriz.”

Bir AP milletvekilinin “Kırat’ın beklenen icraatları yapamadığını” yönündeki eleştirilerine, Danıştay, Yargıtay ve Sayıştay’ı kastederek “Kırat yapacak da taylar bırakmıyor” cevabına verir.

“Herkes göğsünü gere gere Müslüman’ım diyebilecek” ifadesiyle, Müslüman kimliğin kamusal ifadesine alan açar. Tek partinin din düşmanlığının devlet ile milleti birbirine düşürdüğünü söyler. “Devlet laik olabilir ve olur, ama millet dinsiz olamaz.”

1971-1973 döneminde Demirel, liberal tınılardan uzaklaşır, devlet marşı terennüm etmeye başlar. 1970’lerden itibaren devrimci sosyalist hareketin radikalleşmesi ve kitleselleşmesi, onu da sertleştirir. “Sokak” artık bir sorundur ve bu, hükümetten çok devletin sorunudur. Güçlü olmalıdır devlet. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarını hararetle destekler, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Milli Nizam Partisi’nin kapatılmasını memnuniyetle izler.

1973-1980 döneminde Demirel, milliyetçilik kılıcını kuşanır. “Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz” diyen Demirel, sağcı grupların işlediği suçları “Ama onlar devleti yıkmayı amaçlamıyorlar” argümanı ile bir nevi meşrulaştırırken, solcu grupları hedef tahtasına oturtur.

1975’ten itibaren başladığı Ecevit’i düşmanlaştırma siyasetini 1978-1979’da ileri noktalara taşır. CHP’yi devlete sadık olmamakla, beceriksizlikle, sokağı karıştırmakla, bölücü ve yıkıcı olmakla suçlar. Saldırıları Ecevit’in şahsına yöneltir; ona asla “Başbakan” olarak hitap etmez, hep “Hükümetin başı” der.

“1977 Haziran’ında Ecevit’e gönderdiği suikast ihbarı yazısının kamuoyuna açıklamasının, ‘onun güvenilir ve kabil-i hitap olmadığını gösterdiğini’ söylemişti. 1977’de ilk PKK eylemleri baş gösterdiğinde, bu ‘milli güvenlik tehdidi’ bahsinde ana muhalefet liderini kabil-i hitap bulmuyordu: ‘Konuşurum Apo olayını Ecevit’le, çıkar kapının önüne Kürtleri kışkırtan demeçler verir.”

1980-1987 döneminde Demirel, rotayı yine liberal değerlere çevirir. Bir önceki dönemin “cepheci Demirel”i gider, 1965-1971 döneminden daha keskin liberal-demokrat söylem olan bir Demirel gelir. Güniz Sokak’ı darbeye karşı faaliyetlerinin merkezine dönüştürür.

Güvenlik-özgürlük ikilemine bayrak açar, güvenlik için özgürlükten vazgeçmeyi kabul etmez, halkın bu konudaki şartlanmışlığından memnuniyetsizliğini dillendirir. “Türkiye’de hâlâ hür olmanın bir ihtiyaç olduğunu anlatmanın neden bir ihtiyaç olduğunu anlayamıyorum.”  İnsanların kendilerine önem vermeyen uygulamalara itaat etmeleri gibi bir kaidenin olmadığını söyler.

Türkiye’nin Dünya Gıda Teşkilatı’ndan gıda yardımı alacak olmasına isyan eder, bunun iktidarın tarıma dayalı sanayiye yatırım yapmamasına ama hapishane yapmasına bağlar. “Hapishane yaparsınız. Zaten bunları yapmazsanız, hapishane lazım hale gelir.”

Sosyal-liberal bir noktada durur. “Sosyal devletten kimse ürkmesin. Olmayana verelim. Nerden verelim? Olandan alıp verelim. Hayır, böyle bir şey yok. Herkese çalışma imkânı hazırlayalım… Herkesin geliri belirli bir seviyenin üstünde olsun… Bu sınırın altında hala insanlar kalıyorsa, toplum o insanları sırtında taşımaya mecburdur.”

Körfez Krizi’nde Özal’ın “Bir koyup üç alma” siyasetine “Bir yere kan koyup karşısına kâr koyamazsınız” çıkışını yapar.

Aydınlar Ocağı kaynaklı Türk-İslam sentezine şerh düşer: “Evet, hem Türk hem Müslüman olabilirsiniz; ama biraz ondan, biraz ondan olmaz. Birtakım büyük kavramları anlaşılması güç hale getirmekte yarar yoktur.”

1991’de yedinci kez başbakan olur. Düştüğü yerden kalkmış, altı defa gidip yedi defa gelmiştir.

Devletin PKK ile müzakereye oturmasını, Demirel’in havsalası almaz; ona göre böyle bir hareket, “devletin bugüne kadar yaptığı mücadeleyi sıfıra indirmesi” ve dahası “devlet olma şuurunu kaybetmesi” anlamına gelir.

17 Nisan 1993’te Özal’ın ani ölümüyle Çankaya Köşkü boşalır. Demirel, kararını vermiştir: “Cumhurbaşkanlığı reddedilecek bir makam değildir… Cumhurbaşkanlığı verilirse almam denilmez.”

“Derin devlet” kavramı hakkındaki ifadeleri çelişiktir. “Ne demek derin devlet? Derini sığı yoktur devletin” diyerek bu kavramın üzerini çizen de, “Derin devlet, devletin kendisidir. Askerdir derin devlet” diyerek kavramı vuzuha kavuşturan da Demirel’dir.

28 Şubat, Demirel’in tarihindeki en önemli kırılma noktalarından biridir. Bütün siyasi hayatı boyunca milli iradenin bayraktarlığını yapar Demirel, 28 Şubat’ta karşı kutba geçer; 28 Şubat’ta ordu ile el ele vererek milli iradenin üzerine hâkî bir şal çeker. Demirel ve destekçileri, her fırsat bulduklarında, 28 Şubat’ın bir darbe olmadığını, aksine Meclis’i açık tutarak Demirel’in askerin doğrudan müdahalesini önlediğini ve demokratik süreci işlettiğini söylerler. Lakin bu savunma, pek ikna edici olmaz. 28 Şubat’a rehberlik yapması, Demirel imgesinin kendi mahallesinde onarılması mümkün olmayan bir darbe almasına neden olur. O, artık vesayetçilerle beraberdir!

“RP üst yöneticilerinden, Devlet Bakanı Abdullah Gül, Erbakan’ı ‘Cumhurbaşkanı’na dikkat edin, bu işlerin arkasında o var’ diye uyarmalarına rağmen, onun ‘Süleyman Bey bizim eski arkadaşımız, yapmaz öyle şeyler’ dediğini aktarır. Sonraları o da Demirel’in ‘takım oyuncusu’, onların oyuncusu olduğunu kabul edecektir. Milliyetçi-muhafazakâr camianın saygın ‘ağabey’lerinden Sabahattin Zaim, daha eski yıllarda, etrafındakilere şöyle dediğini yazacak: ‘Özal bizdendir, onları idare etmeye çalışıyor. Demirel onlardandır, bizi idare etmeye çalışıyor.’ Kısacası 28 Şubat, İslamcı ve muhafazakâr sağda, Demirel’in ‘onlar’ın, yani laisist devlet seçkinlerinin bir mensubu olduğunu açığa çıkartan bir aydınlanma anı sayılmıştır.”

O kadar hizmetten sonra, siyasetten bu devletçi kimlikle emekli olur.

(Tanıl Bora, Demirel, İletişim Y. İst. 2023)

 

BU MAKALEYİ HERKES OKUMALI (SÜLEYMAN DEMİREL PENCERESİ)

Giriş Yap

Yeni Nesil Medya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin