İslam’ın 610 yılında ortaya çıkışından sonra düşünce kaynağı olarak kelam vardı ve o da tevhid akidesi üzerine bina edilmiştir. Hatta akaid ilminin ismi “İlmu’t Tevhid” olmuştu. Tevhid ilmi hem düşünce hem de yaşanan hayat üzerinde büyük etkiye sahipti.
O dönemde tevhid karşısında tavır alan üç akım var:
Birincisi tevhidin akıl yolu ile bulunabileceğini savunan mu’tezile.
İkincisi tevhidin nakil, yani kur’an ve sünnette bildirildiği şekliyle bilinebileceğini savunan ehli hadis yada selefilik.
Üçüncüsü tevhidin vahiy, ilham ve sezgi ile bilinebileceğini savunan tasavvuf yada sufiler.
Sufilerin nazarında şeriatın (Allah’ın emir ve yasaklarının) bir zahiri bir de Batıni yönü var. Onlara göre şeriatın batini anlamının açıklanması, zahiri anlamının açıklanmasından daha değerliydi. İşte fıkıh uleması ile sufiler arasındaki ayırım buradan doğdu. Aralarındaki en düğümlü soru şuydu; “Allah şekli ibadetlerin mi gayesidir (objesidir), yoksa sevginin mi (aşkın mı) gayesidir (objesidir)?”
Takriben bir asır sonra düşünce ekolleri oluşmaya başladı. Bu ekoller kısa zamanda Müslüman grupların İslami konularda, özellikle ameli ve itikadi alanlarda takip ettikleri yol anlamında mezhepler olarak kabul edildiler.
Bu mezhepler de belli bir tasnife tabi tutularak ehli sünnet ve ehli dalal olarak iki gruba ayrıldılar. İtikadi alanda bir tarafta Maturidilik ve Eşarilik dururken diğer yanda Haricilik ve Şia bulunmaktaydı. Dört halife döneminden sonra yönetimi ele geçiren Emeviler döneminde Cebriyecilik hakimken, Abbasilerin ilk 32 yılında mutezile mezhebi uygulanmıştı.
Bu arada El Kindi, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi düşünce insanları da, Aristo ve Eflatun düşünceleri üzerinden Meşşailik ve İşrakilik gibi yeni felsefik ekollerin oluşumuna vesile oldular. Bu ekollere Suhreverdi Maktul ile yeni ekol ve anlayışlar eklendi.
Bu ekollerden her biri birtakım ilkeler üzerine bina edildiler. Mesela Meşşailik ekolünün “Südur Nazariyesi” üzerine oturması gibi.
Günümüzde bazı çevrelerce modern anlayışla sunulan mistisizm tasavvuf değildir. İslam tasavvufu; tevhid, zühd, ilahi rıza, kulluk, tevekkül ve teslimiyet üzerine yürür.
İslam tasavvufunun Budizm ve Brahmanizm İle benzerliği yoktur. Bu inanışlarda her ne kadar inziva, tefekkür, şehveti terk ve nefsi feda gibi anlayışlar olsa da neticesi Nirvana olan Tenasüh ve Reenkarnasyon anlayışlarına oturur ve yok olmayı hedeflerler. İslam ise “Var olmak için yok olmak lazımdır.” ilkesi ile Allah’a dönüşü, Allah ile olmayı hedeflemektedir.
Aynı zaman diliminde bireysel anlamda zühd okulu mensubu Hasan Basri gibi sufi kişilikler de toplumda kabul görüyor ve örnek alınıyordu.
Böylece İslam’ın ilk dört yüz yıllık döneminde “İslam’ın Düşünce Kaynakları” olarak kelam ve felsefe yerlerini almışken, bu kaynaklara üçüncü kaynak olarak tasavvufun eklenmesi Muhiddin Arabi’nin tasavvuf sistematiğini metafizik düşünceyle birleştirerek tasavvufu felsefeye yaklaştırmasından sonra olmuştur.
Böylece İslam’ın düşünce kaynakları günümüzde de kabul edildiği şekliyle üç kanaldan gelmektedir: Kelam, Felsefe, Tasavvuf.
Tasavvuf, akli ve nazari bir ilim olmaktan ziyade tecrübeye dayanır ve herkesin tecrübesi farklı farklıdır.
Tasavvuf İslam’ın gelişi ile birlikte bireysel bir nefs terbiyesi iken, tarikatlar hicri beşinci asırdan sonra tarikatlar şeyhlerince belli kaideler konularak mekânsal hale getirilmiştir. Her tarikatın kendine özgü katı kuralları vardır.
Elbette tasavvufta hedef yaşanır olmaktır yoksa bu işin felsefesini yapmak tasavvuf değildir. İnsanlar mutlaka gerçeğin peşinde olmalı, şan ve şöhret amaç olmamalıdır.
Tasavvufta amaç nefsini terbiye ederek insanlara faydalı olmak ve Allah’ı razı etmek olmalıdır. Kolay değil tabi ki ama tasavvufu tarif ederken erbabı; “Allah yolunda yapılan çalışmalar ile davranışlarla iyi niyetli olmalıdır” diyor erbabı.
Unutmayalım tarikatlar bu toplumun bir hakikatidir. Dolayısı ile onu kabul edip etmemek sonucu değiştirmez. Bazı tarikat görüntüsü altında farklı hedeflere varmak isteyen kişi kurumlar var diye, olumsuz hal ve davranışları tarikatların hepsine birden teşmil etmek pek insaflı olmaz.
Bilgi esastır, cehalet ateştir.
NEVZAT ÜLGER